Tarih boyunca insanları
Allah yoluna çağıran birileri olmuştur. Bu çağrıyı en üst seviyede temsil
edenler de peygamberler olmuşlardır, çünkü âlemlerin Rabbi, onlara Cebrail AS
aracılığı ile vahiy göndermiştir. Buraya kadar ifade ettiklerimiz, iman
esaslarının dördünü direkt içermektedir. Vahyin içeriğini de incelerseniz,
bütün iman esasları, bu kısacık ifadelere sığmaktadır. Yani, peygamberlere
vahiy gelmesi hususu, iman açısından gayet hassas bir konudur. Dolayısıyla da
imana düşmanlık besleyenlerin öncelikli hedefleri arasında yer almıştır. Psikiyatri
biliminin ilerlemesiyle de, peygamberlere iman ekseninde yapılan saldırılara
bir yenisi eklenmiştir. Bu yazıda, şizofreni tanısı üzerinden yürütülen bu
saldırıyı irdelemek istiyorum.
Son peygamber Hz
Muhammed SAV mesajını insanlara ilettiği zaman başlangıçta dikkate alınmayıp
dışlanıyordu. Fakat onun mesajına sarılanların sayısı arttıkça, o devirdeki
toplum önderlerinin etekleri tutuştu. Farklı söylemlerle insanları ondan
uzaklaştırmaya çalıştılar. Bunlar arasında, mesela, onun şair olduğu iddiası
vardı. Yani, gelen mesajın orijinalitesini kabul ediyorlar, fakat “altı üstü
şiir” diyerek topu taca atmaya çalışıyorlardı. Ne var ki gelen vahyin şiire
benzer tarafları olmakla birlikte şiir denemeyecek bir şekle ve içeriğe
sahipti. O yüzden, bu şairlik iddiasının ayakları yere basmıyordu. Nitekim aynı
iddia bizzat Kuran’da da yalanlanmıştı (Yasin 69).
İman düşmanlarının
ikinci olarak üstünde durduğu iddia Hz Muhammed’in, haşa, büyücü olduğu
iddiasıydı. Bir şekilde gördükleri mucizeleri kabullenmemek için kendilerine
büyü yapıldığı iddiasını seslendiriyorlardı. Bu noktada o kadar ileri gitmişlerdi
ki meseleyi bir oyun haline getirmişlerdi. “Şunu yaparsan sana iman ederiz”
diyorlardı (İsra 90-93); ve bu istediklerinden bazısı mucize olarak kendilerine
gösterilince “büyü yapıldığını” söyleyerek yine kabullenmiyorlardı (Kamer 2).
Bunların ardından
zincirin son halkası olarak “o cinli” iddiası seslendiriliyordu. Yani kimsenin
görmediği bir varlık (melek) tarafından bir mesajın getiriliyor olması, bu
iddiaya zemin teşkil ediyordu. Başka insanların göremediklerini gördüğü,
duyamadıklarını duyduğu için, delirmiş olduğunu söylüyorlardı. Ne var ki bu
iddia da yere basmıyordu, çünkü önceden ciddi bir ilme sahip olmadığını
bildikleri birisi, bir anda alimlere öğretmenlik konumuna çıkmıştı ve kendisinde
delilerde görülenlerin eseri yoktu (Kalem 2, Necm 2). Tek mesele, görünmeyeni
görmekti, yani.
O günler geride
kaldı ama küfür geride kalmadı. Önceki yüzyılda, bilimdeki ilerlemelerden güç
bulan bir takım insanlar, kendilerince rasyonel ve objektif itirazlarla imana
saldırdılar. Yapılan saldırılara karşı verilen cevaplarda bu itirazların
objektiflikle alakası olmadığı ve imana ait söylemlerin de en az o itirazlar
kadar rasyonel olduğu ifade edildi. Okuyup düşünenler, bu bağlamda imanlarını
kurtarabildiler veya tahkik yollarında mesafe katettiler. Bugün ise yeni bir
itiraz var gündemde. Henüz dalga dalga dillendirilmese de, testinin kırılmasını
beklemeye gerek yok.
Yeni söylem şu:
şizofreni hastaları, olmayan şeyleri görür, duyar (halüsinasyon); ve bu görüp
duydukları şeylere göre hareket ederler. Bu hareketler, bazen etraftaki
insanlar tarafından da algılanamayacak derecede sağlam rasyonel zemine oturtulmuş
olabilir ve dolayısıyla fark edilmeyebilir (John Nash örneğinde olduğu gibi). Geçmiş
zamanlarda kendisine melek geldiğini iddia eden kişiler de aslında şizofreni
hastası olup, bu teşhisi koyacak bilgi eksikliğinden fark edilmemiş ve tedavisiz
kalmışlardır. Bu hastaların (!) ardından gidenler de aslında boş yere kürek
çekmişlerdir ve aynı aldanmışlık (!) bugün de devam etmektedir.
Öncelikle
yukarıdaki iddianın analizini yapalım. Rasyonel ve objektif görünen bu iddia,
aslında bilimsel çalışmanın temel aksiyomunun farkında olmamaktan türemişe
benziyor. Bilim, kontrol edip inceleyebildiğimiz şeylerle alakalı sistematik ve
herkes tarafından tekrarlanabilir bilgi birikimidir. Yani kontrol edemediğimiz
şeyleri yok saymak demek değildir veya tekrarlanamayan şeyleri inkar etmek
demek değildir. Bu tip hadiseler, bilimin çalışma alanına girmediği için o
noktada bilim susar. Peki bilim susunca ne başlar? Asıl önemli olan da bu
zaten.
Bilim, insana güç kazandıran bir olgudur. İnsanoğlu hep kendisi için korku kaynağı olan zayıflıktan ve kontrol dışılıktan uzaklaşmak istemiştir. Bu bağlamda bilim, onun bu ihtiyacına merhem olmuştur. Fakat bu merhem, her yaraya ilaç olmadığı için ve insanların bazıları bunu kabullenemediği için, “var olanı yok sayma” hastalığına dûçar olmuşlardır. Nasıl ki âşık olduğunuz kişinin kusurları bir anda kaybolur, nasıl ki pek çok tehlike işaretlerine rağmen “bir şey olmaaaz” deyip geçeriz, işte aynı durum, bilimin sınırlılığı karşısında da geçerlidir. Bilimin sustuğu yerde, insanların hevesleri konuşmaya başlar. Peki, hevesler ciddi ortamlarda hangi dilde konuşur? Yabancı dilde: bilim ve objektivizm. Yani bizzat kendisini gizler, hevesler.
Peygamberlere
şizofrenlik iddiası, onların "yok olanı gördükleri” ön kabulü üzerinedir.
Yani Allah’ın, haşa, yok olduğunu, meleklerin yok olduğunu kabul edip, bu
kabuller üzerine bir iddia bina ediliyor. Halbuki, öncelikle bu iddianın
sahiplerinin kendileri, bilimin söylemediği bir şeyi bilimsellik kılıfında
sunarak “yok olanı var sayıyorlar”. Bu noktada sâlim aklın gereği, inanmıyorsan
bile itiraz etmemektir.
Konuyla direk
ilgili olmasa da değinilmesi gereken bir başka nokta da yaratıcılıkta veya
mucitlikte diğer insanlardan çok ileride olanlar veya bilim önderleri hep,
benzer söylemlerle dışlanmışlardır. Bugün insanlığın, ve tabi ki bilimin,
geldiği noktayı, bu “delilere” borçluyuz. Onlar, başkalarının göremediklerini
görmüşler, insanlardan gelen baskılar ve dışlamalar karşısında yılmamışlardır.
“Alimler, peygamberlerin varisleridir” hadisinin bir manası da bu olabilir.
Konumuzla ilgili ikinci önemli nokta, kime hasta denilip kime denemeyeceğidir. Başkalarının görmediklerini görmek kendi başına hastalık nedeni midir? Bu soru irdelenebilir, ancak bu kişilerin kendilerine ve çevrelerine şahsen verdikleri bir zarar yoksa, sadece normların dışında olmaları, onları hasta yapmaz. Herkesi aynılaştırma güdüsünün bilimsellik postuna bürünüp insanları kurban etmesine izin vermemek gerekir. Nitekim peygamberlerin yaşadıkları devirlerde de deliler vs. vardı. Fakat peygamberler hem vahiy öncesi hem vahiy sonrası her zaman için ümmetleri içindeki en faziletli, en güvenilir, en adam gibi adam olarak bilinmişlerdir. Dolayısıyla kafirler, onlara deli deyip geçememişlerdir. Ve dahası, peygamberlerin mesajları hep “düşünmez misiniz”ler ile doludur, Kuran’da pek çok yerde anlatıldığı üzere. Yani insanları düşünmeye ve insaflı bir şekilde karar vermeye çağırmışlardır. Yoksa körü körüne kendilerini takip etmeye çağırmamışlardır, kimseyi. Zaten eğer kafirler mantıklı bir şekilde peygamberleri alt edebilselerdi, onlara ve inananlara karşı şiddet kullanımına girişmezlerdi.
Konumuzla ilgili ikinci önemli nokta, kime hasta denilip kime denemeyeceğidir. Başkalarının görmediklerini görmek kendi başına hastalık nedeni midir? Bu soru irdelenebilir, ancak bu kişilerin kendilerine ve çevrelerine şahsen verdikleri bir zarar yoksa, sadece normların dışında olmaları, onları hasta yapmaz. Herkesi aynılaştırma güdüsünün bilimsellik postuna bürünüp insanları kurban etmesine izin vermemek gerekir. Nitekim peygamberlerin yaşadıkları devirlerde de deliler vs. vardı. Fakat peygamberler hem vahiy öncesi hem vahiy sonrası her zaman için ümmetleri içindeki en faziletli, en güvenilir, en adam gibi adam olarak bilinmişlerdir. Dolayısıyla kafirler, onlara deli deyip geçememişlerdir. Ve dahası, peygamberlerin mesajları hep “düşünmez misiniz”ler ile doludur, Kuran’da pek çok yerde anlatıldığı üzere. Yani insanları düşünmeye ve insaflı bir şekilde karar vermeye çağırmışlardır. Yoksa körü körüne kendilerini takip etmeye çağırmamışlardır, kimseyi. Zaten eğer kafirler mantıklı bir şekilde peygamberleri alt edebilselerdi, onlara ve inananlara karşı şiddet kullanımına girişmezlerdi.
Son olarak, empati olanağı sağlaması için, hadiseyi bir de
iman edenlerin çıkış noktasından ele alalım. Dahası, bilimi süistimal edenlerin
yaptığı aynı yanlışı yapalım ve bakalım n'oluyor:
“Var olan şeyleri yok saydıklarına göre ve görmelerine engel olan dünyevi meşgalelere giderek daha fazla gömüldüklerine göre, kafirlerde dikkat eksikliği ve hiperaktivite sendromu (attention deficit hyperactive disorder) olsa gerek. Nasıl ki bir nesneye baktığınızda onu görmeniz için gözlerinizin ona odaklanması gerekir, veya nasıl ki hızla hareket eden nesneler giderek flulaşır, aynı şekilde iman esaslarını kavrayamayan bu insanlar da, dikkatini odaklayamayan ve kendini dinlemekten aciz hastalar olsa gerek!”
Nasıl? Pek hoş olmadı değil mi?
“Var olan şeyleri yok saydıklarına göre ve görmelerine engel olan dünyevi meşgalelere giderek daha fazla gömüldüklerine göre, kafirlerde dikkat eksikliği ve hiperaktivite sendromu (attention deficit hyperactive disorder) olsa gerek. Nasıl ki bir nesneye baktığınızda onu görmeniz için gözlerinizin ona odaklanması gerekir, veya nasıl ki hızla hareket eden nesneler giderek flulaşır, aynı şekilde iman esaslarını kavrayamayan bu insanlar da, dikkatini odaklayamayan ve kendini dinlemekten aciz hastalar olsa gerek!”
Nasıl? Pek hoş olmadı değil mi?
Yukarıdaki
ifadeler nasıl ve ne kadar yanlışsa/doğruysa, iman esaslarına inananlara ve
peygamberlerin şahıslarına karşı atılan iddialar da o kadar yanlıştır/doğrudur.
Bu yüzden, tekrar etmek gerekirse, sâlim aklın gereği, inanmasan da birbirine karşı saygılı olmaktır,
her iki taraf için de.
No comments:
Post a Comment