Saturday, December 31, 2016

Uzaydan Farkedilebilen Bir Mucize ve Düşündürdükleri


"Onlar, bizim yeryüzüne (kudretimizle) gelip onu etrafından eksilttiğimizi görmediler mi? Allah, hükmeder. O’nun hükmünü bozacak hiçbir kimse yoktur. O, hesabı çabuk görendir." Rad (13/41)

"Evet, biz onları da atalarını da, faydalandırdık. Öyle ki uzun süre yaşadılar. Ama, artık görmüyorlar mı ki, biz yeryüzünü çevresinden eksiltiyoruz? O hâlde, onlar mı galip gelecekler?" Enbiya (21/44)

Yukarıdaki ayetlerde geçen etrafından/çevresinden eksiltilme kavramı, İslam'ın ilk zamanlarından beri tefsircilerin yorumlarına odak olmuştur. Ayette geçen min etrafiha ifadesi, etrafından-çevresinden-uçlarından şeklinde Türkçe'ye çevrilmiştir. Bu bağlamda geçmişten günümüze bu ayete getirilen farklı yorumlara bakalım.

Bir yoruma göre bu ayette geçen arzın eksiltilmesi ifadesi, kafirlere karşı bir tehdit ifadesi olup onların egemenliğinde olan toprakların, mekanların giderek Müslümanlar tarafından fethedilmesi ve nihai olarak galibiyetin Allah'ın elinde olduğu manasına gelir. Bu yorum, her ne kadar İslam'ın ilk zamanları itibariyle bir doğruluk taşısa da tarihin bütününe bakıldığında hata içerdiği görülecektir. Mutlak galibiyet ve hüküm tabi ki Allah'ındır ama kafirlerin kontrolündeki alanlar, Ali İmran Suresi'nde dile getirildiği üzere (3/140), bazen artar bazen azalır. Öte yandan Müslümanlar'ın Müslümanlığı da ayrı bir tartışma konusudur.


Yeryüzünün etrafından eksiltilmesiyle ilgili bir başka yorum ise, yükselti olan yerlerin erozyon ve toprak kayması gibi doğa olayları vesilesiyle giderek kısalmasıdır. Mutlak manada bir toprak eksilmesine değil de şekilsel olarak bir eksilmeye dikkat çekilir bu yorumda. Tarihin geneline bakıldığında da doğruluğu halen geçerlidir denebilir. Ne var ki şekilsel olarak tepelerde görülen eksilme, başka yerler için de bir artma ifade etmektedir. Dolayısıyla bu yorumun da kendine göre bir eksiği söz konusudur.

Coğrafya biliminin ilerlemesiyle birlikte dünyanın şeklinin tam küre değil de geoid olduğu görülünce, yeryüzünün etrafından eksiltilmesi ifadesine yeni bir yorum getirilmiştir. Buna göre, etrafından kelimesi uçlarından olarak Türkçe'ye çevrilmiş ve kutuplardaki baskılanmaya işaret ettiği söylenmiştir.


Bu yorum, özellikle Batı dünyasının Müslüman coğrafyalardaki gerek politik gerekse felsefik olarak hegemonyasının tavana vurduğu bir zamanda ortaya çıktığı için inananlar için bir moral kaynağı olmuştur. Nazil olmasından 1300 yıl sonra ortaya çıkan bilimsel bir gerçeğin Kuran'da zaten ifade edilmiş olması, "acaba"lar yaşayan nesillere ışık vermiştir. Bununla beraber, dünyanın dönmesi nedeniyle merkezkaç kuvvetinin bir dışa vurumu olan bu etki, mutlak manada bir eksilme değildir. Dolayısıyla kendine göre bir eksikliği söz konusudur.

Bu bağlamda son bir yoruma geçmeden önce bir girdi yapmak istiyorum. Kuran'daki ayetlerin her birinin sonsuz yorumları olabilir. İlahî kaynaklı olmasının bir neticesidir bu. Dolayısıyla kıyamete kadar daha pek çok yorumlar getirilebilir aynı ayet hakkında. Bunların bilimsel veya tarihsel olarak geçerliliklerinin kısmî olması, ayetlerin mutlak manada geçerliliğine halel getirmez. Aksine, insan aklının ve bilgisinin sınırları genişledikçe, Kuran'ın yeniden keşfedileceğini vurgular.

Bahsetmek istediğim yeni yorum ise, bilimsel literatürde "atmosfer kaçması (atmospheric escape)" başlığı altında incelenmektedir. Bir gezegene uzaydan baktığınızda, onun görünen atmosferi, hangi ışıkla baktığınıza göre değişmektedir. Mesela dünyaya çıplak gözle baktığınızda gördüğünüz atmosfer, çok ince olsa da, aslında ondan çok daha hacimli bir atmosferi söz konusudur. Tabi ki bu atmosfer, çok daha düşük yoğunluktadır ve dahası, bu seyrek atmosfer, kararlı değildir, yani sürekli sızmaktadır.


Konuyu biraz daha detaylandırmak gerekirse, Dünya'mızın atmosferinde bulunan hidrojen, helyum ve oksijen, özellikle kutup bölgelerinden uzaya sızmaktadır. Her dakika 180 kg hidrojen, atmosferden eksilmektedir. Atmosferden eksilen bu hidrojen, yüzeydeki suyun oksijen ve hidrojene ayrışması ile dengede tutulmaktadır. Dolayısıyla, aslında Dünya'daki su miktarı da azalmaktadır. Çok yavaş olan bu süreç aynen işlerse, 3 milyar yıl sonra Dünya'nın da Mars gibi kuru, kızıl bir gezegene dönüşeceği tahmin ediliyor.


Eğer Enbiya ve Rad surelerinde geçen ayetlerdeki arz kelimesini su katmanını da içerecek şekilde düşünürseniz, yani sadece kayalara hasretmezseniz, atmosferin uzaya kaçışı nedeniyle dünyanın mutlak manada eksildiğini görebilirsiniz.

Bu enteresan noktayı farketmek heyecan verici olsa da, biraz düşününce, bir burukluk da çöküyor insanın içine. Her ne kadar bu güne kadar herkes er ya da geç ölmüş olsa da bizim ölmeme ihtimalimiz var ya :) , hiç ölmesek bile, bir gün dünyadaki su tükenince, n'apacağız? Hadi onu atlattık, 7 buçuk milyar yıl sonra güneşin şişmesi ile dünya, güneşin bir parçası olacak. Yani ölümden kaçış yok gibi... Yani dünya, kazık çakmak için yaratılmamış gibi...






Wednesday, December 21, 2016

İhtiyaçlar Hiyerarşisine Hapsolmak


Klasik söylemde denir ki, bir insanın biyolojik temel ihtiyaçları karşılanmadıkça, daha duygusal ve daha entelektüel ihtiyaçlarına sıra gelmez. Eğer bu psikolojik teorinin öngördüğü şekilde bir hayata sahipseniz, karnınız doyup temel güvenliğiniz sağlanmadıkça sevgi-saygı denen şeylerle alakanız olamaz. Sevgi ve saygı ortamına kavuşmadıkça da, kendini gerçekleştirme denen ileri insani tavırları veya işleri sergileyemezsiniz. Bu anlayışa göre, tefekkür dediğimiz, insanı hayvan olmaktan ayıran önemli bir unsurun ortaya çıkması için, öncelikle hayvansal yönlerinizin tatmin olması gerekiyor. Pekiyi, hayat, bu öngörüyü doğruluyor mu?


Bu soruya cevap ararken, şunlara bir bakın.

Aşağıdakilerden hangisi, ortalamada daha az bencildir?
A- Zenginler        B- Orta direk       C- Fakirler

Aşağıdakilerden hangisi, ortalamada tefekküre daha açıktır?
A- Zenginler        B- Orta direk       C- Fakirler

Aşağıdakilerden hangisinin ileriye yönelik hayalleri vardır?
A- Zenginler        B- Orta direk       C- Fakirler

Bu sorular listesi uzatılabilir fakat verdiğiniz cevaplarda göreceksiniz ki temel ihtiyaçların karşılanması önemli olmakla birlikte, insanı insan yapan özelliklerin ortaya çıkmasını gerektirmiyor. Yani, "param var, karnım tok, herhangi bir kaygım-idealim yok, e n'apiim o zaman? Bari tefekkür edeyim" gibi bir saçmalık söz konusu değil. Aksine, "e artık param da olduğuna göre, daha fazla nasıl kazanırım" eksenli projeler  veya "herhangi bir kaygımız olmadığına göre hadi eğlenelim; daha fazla/farklı nasıl eğleniriz" vs. sözkonusu oluyor genellikle. Bu mu kendini gerçekleştirmek? Bu mu insanlık?

Tarihe baktığınızda, ve hatta halen hayatta olan insanlara baktığınızda, temel ihtiyaçları tam karşılanmamış olsa bile gerek kendi gerekse insanlık adına büyük idealler peşinde koşan insanlar görürsünüz. Bunların sayısı da aşırı olmasa da az da değildir. Dahası, bugünü bugün yapan önemli adımlar, geçmişten günümüze böyle kendinden geçmiş veya kendini aşmış insanların sırtında atılmıştır. Ve bunlar da, ihtiyaçlar üçgenini tepetaklak eden donelerdir. Neden, nasıl?

Çünkü insanı insan eden asıl unsur iradedir. Biyolojik olarak kendi haline bırakılmış bir organizma, karnını doyurup, güvenliğini sağlayıp cinsel kaygılara kanalize olabilir ama insan olan bir insan, biyolojik güdülere rağmen, ihtiyaçlar üçgeninin neresinde olursa olsun, kendini gerçekleştirmek adına adımlar atabilir. Ki Kuran'a baktığımızda da tam olarak bizden istenen budur.


Gerek zorluklarla dolu Mekke döneminde (örneğin 2/164) gerekse nispeten daha rahat Medine döneminde (örneğin 59/19-21) tefekküre yönlendiren ayetler inmiştir. Yani, "hele Müslümanların karnı doysun, güvenlik ihtiyaçları karşılansın, sonra tefekküre de sıra gelir" değil! Aksine, içinde bulunduğunuz maddi ve sosyal koşullardan bağımsız olarak, sizi bir Müslüman yapan şey, tefekkürü iradi olarak kendinize iş edinmeniz ve bunu her şartta devam ettirmenizdir. Ya da daha genel ifadesiyle, sadece tefekkür değil, insanı insan yapan bütün özellikleri ve işleri, icabında kendinize rağmen hayata geçirmenizdir.

Bu noktada, Haşir suresindeki fedakarlıkla alakalı ayetin (59/9) indirilmesine vesile olan olay hatırlanabilir. Bizzat kendi ve ailesinin ihtiyacı olduğu halde günlerdir açlık içinde olan muhacir kardeşinin karnını doyurmayı tercih eden ve bundan dolayı da herhangi bir pişmanlık duymayan kişi ve ailesi, o gecenin sabahında Yüce Yaratıcı tarafından, kıyamete kadar okunmak üzere tarihe kaydediliyor.

Uzun sözün kısası, "açken siz, siz değilsiniz." O yüzden sadece midenizin değil, aklınızın ve kalbinizin açlığını da dikkate alın, hayat şartları sizi ihtiyaçlar hiyerarşisindeki gibi bedeninizin alt kısımlarına hapsetmeye çalışsa da...




Thursday, December 15, 2016

Bir Okul Hayali...


Inception diye bir film vardı. İnsanlar beraber rüya görebiliyorlardı. Hatta rüyalarını dizayn edebiliyorlardı. Rüyanın içinde rüyalara açılabiliyorlardı. Hatta filmin kendisi de bir rüyaydı… Şimdi sizinle beraber bir rüya görelim mi? Hayatın acı gerçeklerinden uzak, gerçeklerin katılığından, katıların cansızlığından uzak…

Yarın okul açılıyor. Okula daha önceden kayıt için gittiğimizde, mimari ve iç dizayn olarak farklı olduğunu görmüştüm. Binanın duvarları var, ama binanın içinde duvarlar yok. Oda olarak bölünebilecek şekilde kalın ve ince perdeler çekilebiliyor, ama onun haricinde her yer herkesin ya da herkes her yerde. Daha çok bir misafir odası havası var. Tavanlar, düz değil ve sadece beyaz da değil. Kimi yerlerde eğik düzlem gibi, kimi yerlerde kubbe gibi kimisinde de bir yanardağın içindeymişsin gibi konik, vs. Tavanlar farklı desen, renk ve resimlerle kaplı. Binanın içine girdiğinizde, dört duvar arasında gibi hissetmiyorsunuz yani. Odalar şeklinde bir bölünme olmadığı için, binadaki yerlerin isimleri var. İsimler, ülke isimlerinden seçilmiş. Aynı bina içerisinde bütün dünyayı dolaşıyor gibi hissedebiliyorsunuz.


Okulda üniforma olarak da her gün farklı bir kıyafet seçebiliyorsunuz. Okula gelince giyinebileceğiniz, farklı ülkelerin etnik kıyafetleri de var. Zaten öğretmenler arasında da farklı milletlerden insanlar var. Bunlar sadece yabancı dil dersleri için değil, normal dersleri de vermek için buradalar. İster istemez aynı gün içerisinde en azından 3 dil kullanmak durumundasınız.

Okulun bahçesinde, öğretmenler, öğrenciler ve bahçıvanlar beraber çalışmak üzere sürekli devam eden düzenlemeler var. Mesela, bahçenin belli bir kısmının şekli beraberce tasarlanıyor ve sonra el arabası, kazma-kürek vs. kullanarak yeni bir tepe, yeni bir vadi, bir göl, bir çiçek ormanı yapılıyor. Bu işlem sene boyu belirli aralıklarla devam ediyor.

Zaten okulun kendisi de, doğa ile içiçe olunan bir eğitim mantalitesi üzerinde duruyor. Öğrenciler, tarlaya bir şeyler ekip onları topluyor, koyundan inekten süt sağıyor, tavuklardan yumurta alıyorlar. Ağaç dikip, gerektiğinde onları buduyor ve aşılıyorlar. Meyve ağaçlarından meyve topluyorlar. Yeşil çatı olarak tasarlanmış okulun çatısında da yine çiçek veya sebze yetiştiriyorlar.

İlgili resim

Okulun başlangıç ve bitiş saatleri yok. Öğretmen ve öğrenciler yapacakları işlere göre kendileri kendi programlarını yapıyorlar. Dahası, ille de okula gelmek gibi bir zorunluluk da yok. Öğrencilerin dışarıda kendi başlarına veya başka büyüklerin/ustaların yanında yapmaları gereken bir şeyler varsa, oraya gitmek onlar için okul oluyor. Staj sisteminin daha etraflıca uygulanması yani.

Ders programında, her sabah önce sanat ve spor dersleri var. Öğrenciler, bu derslerde yaptıkları çalışmalarıyla bir takım yarışmalara kanalize edilmiyorlar. Çünkü sanat ve spor, üstünlük vesilesi olarak değil, bireysel olgunlaşma vesilesi olarak görülüyor. Sanat dersleri geniş bir spektruma yayılıyor: resim, el işi, fotoğrafçılık, dans, müzik aleti çalma, şan… Spor olarak da herkes futbol veya basketbola mecbur bırakılmıyor, aksine farklı açılımlara fırsat tanınıyor.

Matematik ve fen dersleri, geometriyle ve hayattaki uygulamalarla iç içe işleniyor. Konular, proje geliştirme sürecinde öğreniliyor. Geliştirilen projeler, poster sunumu halinde okul içerisinde sergileniyor. Her öğrenci, okul yılı içerisinde en bir kaç kez bu şekilde kalabalık karşısında sunum yapmak suretiyle düşünce ve hayallerini paylaşmaya ve ilgili soruları cevaplamaya, gerektiğinde de eleştirileri olgun bir şekilde kabullenmeye alışıyor.

Kritik düşünce, retorik ve tartışma sanatı dersleri en önemli dersler arasında yer alıyor. Bu dersler sayesinde, öğretmenin dediklerini veya kitaptaki bilgiyi aynen kabullenip ezberleyen değil, aynı zamanda sorgulayan, soru sormaktan çekinmeyen bireyler yetişiyor. Zaten böyle dersler işlenirken de öğrencilere cevaplar değil, sorular veriliyor. Onlar, cevapları ararken, öğretmenlerinin rehberliğinde metodoloji öğreniyorlar.

critical thinking ile ilgili görsel sonucu

Aynı şemsiye altına giren ama en değişik ders de Bilim Sanatı dersi. Bilim ve sanat gibi taban tabana zıt şeyler nasıl birleşebilir? Bu derslerde, öğrenciler, kendileri bir takım deneyler yapıyorlar. Bunlar basit deneyler de olabilir, kompleks fiziksel/kimyasal/biyolojik deneyler de olabilir. Fakat asıl önemli olan, deneyden sonra yaptıkları. Aynı deney üzerinde yapılan gözlemlerden herkes kendi subjektif sonucunu çıkarıyor ve bunlar paylaşılıyor. Yani bilimdeki "tek ve objektif doğruyu bulma" güdüsü yerine, aynı gerçeklik üzerine kurulu subjektif çokluğa açılıyorlar. Bu düşünce tazının bilim-teknoloji ve sanata potansiyel katkıları bir yana, insanların sosyolojik olarak da birbirlerine hoşgörülü olmaları yönünde bir çekirdek vazifesi görmesi söz konusu.

Tarih derslerinde, kronolojik olaylar ve onların mekanik detayları öğrencilere ezberletilmiyor. Bunun yerine detaylı bir bilim ve felsefe tarihi, sanat tarihi işleniyor. Bunlar yapılırken de yine aynı şekilde ezberci mantıkla değil, insanlığın düşüncelerinin gelişimine dair büyük resmin anlaşılması hedeflenerek, öğrencilerin konulardan ders çıkarmaları ve geleceğe ait kendilerine yön çizmeleri eksenli işleniyor.


Teknolojik olarak icatların gelişimi de ayrıca inceleniyor. Hatta, bu derslerin parçası olarak, bozuk olduğu için elden çıkarılan aletler, derste sökülüp, parça parça inceleniyor, tekrar birleştiriliyor. Genel çalışma prensipleri, mekanizmaları inceleniyor. Benzer şekilde geri dönüşüm kültürünün yerleşmesi için, üst sınıfların yaptıkları çalışmalar, alt sınıflara aktarılıyor ki onlar da onları parçalasın ve analiz etsin, eğer mümkünse farklı bir kombinasyonla tekrar birleştirsin.

Öğrencilerin yaratıcılıklarını geliştirirken öne çıkan bireyselliklerini kanalize etme adına sosyal sorumluluk projeleri de isteniyor öğrencilerden. Geliştirdikleri projeler için parasal kaynak ve insan kaynağı bulma da dahil her aşamada aktif rol alıyorlar ve bunları gerçekleştirerek somut katkı koyuyorlar topluma.

Benzer bir başka sorumluluk çalışması da üst sınıfların alt sınıflara ders vermesi. Derslerdeki başarı seviyesi uygun olan öğrenciler, alt sınıflardan zorlanan öğrencilere yardımcı tayin ediliyor. Fakat ders verme mevzuu bununla kısıtlı değil. Üst sınıflardan öğrenciler, alt sınıflardakilere örnek teşkil etmesi için, kendi hayat tecrübeleri veya yaptıkları projelerden veya istedikleri bir konuda ders anlatıyorlar.


Öğrencilerin etik değerleri öğrenmeleri ve empati kabiliyetlerini ilerletme adına yaratıcı drama dersleri var. Sergiledikleri dramalar üzerinden etik değerleri konuşuyorlar ve bu konuşulanlar, daha sonra öğrencilerin sosyal sorumluluk projelerinde veya alt sınıflara yaptıkları derslerde onlara kaynak oluyor.

Teknoloji çağında olmanın faydalarını alıp zararlarından sakınmak için, internet ve bilişim teknolojilerinin faydalı kullanımı üzerine dersler veriliyor. Aynı bağlamda okulun kendi radyo ve televizyonu var. Tabi ki ticari yayınlar olmadığı için bu yayınların içeriği de ona göre nitelikli. Hatta, 7/24 yayın yapmıyor ve akşam saatlerinde insanların aileleri ile vakit geçirmeleri için yönlendirme yapan özlü sözler müzik eşliğinde yayınlanıyor.

Din derslerinde, farklı dinlerin mensupları gelip bizzat kendi inançlarını ve yaşantılarını anlatıyorlar. Bunun haricinde öğrencilerin kendi dini inançlarına yönelik eğitimler, kulüp aktivitesi olarak yapılıyor ve bu aktivitelere resmi görevliler değil, velilerin onayladığı gönüllü eğiticiler geliyor. Yıllık takvim içerisinde farklı kültür ve dinlere ait önemli günler, herkese duyurularak global bir bilinç oluşumuna çalışılıyor.

Böyle bir sistemin sağlıklı bir şekilde işlemesinin en hayati noktasında, tabi ki öğretmenler duruyor. Kendisine soru sorulmasından rahatsız olmayan, icabında "bilmiyorum, araştırıp geri döneyim" demekten gocunmayan, yanlış verdiği bir bilgi olduğunda özür dileyip "doğrusu şöyleymiş" diyebilen kişiler lazım. Karşısında rol modellerini böyle gören öğrenciler de kendi hayatlarına aynı kaliteleri taşıyabiliyorlar. Belki daha doğru ifadesiyle, onların vicdanlarındaki fidanlar, böyle bir sera ortamında yeşerme fırsatı bulabiliyor.


Öğretmenlerin bu olgunluğu göstermelerindeki önemli bir önşart da öğrettikleri alanı gerçekten sevmeleri. Bir şekilde hasbelkader girdikleri bölümde mecburen, ittire kaktıra okuduktan sonra maaş alabilmek için okul ev arası mekik dokuyan insanlar değiller. İşini, zevk olarak yürüten, sanat icra eder gibi içten gelerek yapan öğretmenler. Böyle olunca da sadece öğrencileri eğitmekle kalmıyorlar, kendilerini de sürekli geliştiriyorlar. İki sene ardarda aynı ders içeriğini fotokopi gibi tekrar işlemiyorlar.

Yine her bir öğretmenin kabiliyetlerinin keşfedilmesi ve gelişmesi için herkes birbirinin mentoru gibi çalışıyor. Hatta girişimci ve yönetici eğilimi olanların, bu okulla aynı veya benzer mantaliteyi yaşatacakları kendi okullarını kurmalarına yardımcı olunuyor.

Öğretmenlerin bu rahatlığı yaşamalarının altında yatan en önemli faktörlerden biri de, idarenin "öğretmen öncelikli" çalışması. Bu durum, maaşların miktarından ödenme vaktine, okuldaki düşünce ve ifade hürriyetinden idare seçimine kadar her alana yansıtılıyor. Evet, idare seçimle geliyor. Öğretmenler arasından seçiliyor ve iki yılda bir değişiyor. Ardarda iki dönem yönetici olunamıyor ve herkesin er ya da geç idarede bir sorumluluk alması gerekiyor. Böylece, demokratik ve hür bir yapının işlediği okulda yönetim, öğretmenleri önceleyince, öğretmenler de gönül huzuru ve kafa rahatlığıyla öğrencilere odaklanabiliyorlar.

Okulun bütün bu özelliklerinin gerek tanıtımı gerekse devam ettirilmesi adına kampüse sürekli yabancı ziyaretçiler kabul ediliyor. Böylece farklı kurumlarla kültür alış verişine ek olarak, yabancı milletlerden insanların gelmeleriyle çok kültürlülük ve yabancı dil kullanımı olguları öğrencilerin kafalarında yer ediniyor...

Ve tabi ki mezun olan öğrencilerin anılarını kalıcı kılmak adına yıllıklar çıkarılıyor ama bunlar espriye ek olarak ansiklopedik bir şekilde onların yaptıkları projeleri vs. de içeriyor. Mezunlar, her yıl bir araya gelerek, okulun mantalitesine yönelik eleştiri ve katkı koyuyor veya alternatif okul mantaliteleri oluşturarak bunların gerçekleşmesi için elele veriyorlar.