Friday, February 17, 2017

Ateizm Üzerine Düşünceler - 1


Farkında olsun olmasın, Allah'a inansın inanmasın bütün insanların, istedikleri her şeyi aslında Allah'tan istedikleri ve onların bu dualarına cevap verenin de Allah olduğu Kuran'da bize bildirilir:
"Göklerde ve yerde bulunan herkes, O'ndan ister." (Rahman 29) 
"Ve kim dünya sevabı isterse, kendisine ondan veririz, ve kim ahiret sevabı isterse, kendisine ondan veririz." (Ali-İmran 145)
"Fakat insanlardan kim: “Rabbimiz bize dünyada ver.” derse, ahirette onun bir nasibi yoktur. Ve onlardan (insanlardan) kim: “Rabbimiz bize dünyada hasene (güzellik ve iyilikler) ver ve ahirette de hasene (güzellik ve iyilikler) ver. Bizi ateşin azabından koru.” derse işte onlar ki, onların, kazandıklarından (kazandıkları derecelerden dolayı) nasibi vardır." (Bakara 200-202)

Bu ayetleri okuyunca, şöyle bir soru geliyor akla: Bir insan Allah'a ve ahiret gününe inandığı halde sadece dünyayı isteyip ahireti boşverebilir mi? Elbette ki hayır; ama zaten başta da dediğimiz gibi, bir şekilde Allah'a inanmayan insanlar kabul etse de etmese de onların ihtiyaçlarına cevap veren, yaptıkları işlerin sonuçlarını, meyvelerini yaratan Allah'tır CC. Bu durumda da, O'na inanmadan bir hayat yaşayan insanlar, aslında Allah'tan sadece dünyayı isteyen ama O'ndan ahireti istemeyenler grubuna girmiş oluyor. Elbetteki aynı gruba giren çok farklı düşünceden insanlar olabilir, fakat bu yazıda ben, ateizm eksenli konuşmak istiyorum.

En baştan da hemen belirtmeliyim ki yaşadığımız zaman diliminde yapılması en zor ve hata payı en yüksek olan bir şey, aşırı genelleyici laflar etmektir. Bu yüzden de bir şekilde kendisini uzaktan yakından ateistlikle ilişkilendiren insanlar hakkında, kapsamlı ve büyük sözler söylemek istemem. Yine de, bu farklı akımların ortak paydası olduğunu düşündüğüm olgular hakkında aklımda şekillenenleri paylaşmak istiyorum.


Ateistlerle konuşursanız veya ateist kaynaklara göz atarsanız, hemen şunu farkedebilirsiniz. Ateizm ikidir: ateizm-i tahkîkî, ateizm-i taklîdî. Yani bazı insanlar, özellikle gençler, kafalarındaki sorulara cevap bulamadıkları için, yaşanan sosyal çalkantılar vicdanlarını sızlattığı için, dinî kimlikleri ile öne çıkan insanların akılla, vicdanla, merhametle bağdaşmayan tavırları gerçek İslam'ı sakladığı için ortada kalmaktalar ve etraftan da bir iki örneği benimseyerek kendilerini ateist olarak tanımlamaktadırlar. Ne var ki bu tarz bir ateizm, taklîdîdir. Gerçekten düşünülüp taşınılıp, tamamen şüphesiz bir şekilde karara bağlanmış bir ateizm değildir. Böyle bir insanla konuştuğunuzda, soracağınız sorular karşısında bocalayabilir, ama vicdanındaki yaralar ve içinde bulunduğu hayat koşulları nedeniyle o bataklıktan çıkamaz da. Öte yandan, onun soruları da cevapsız kaldığı için bulunduğu rotanın yanlış olduğunu göremez de.

Tahkîkî ateizm ise farklıdır. Bu insanlar dini kaynakları okumuşlardır, hem de farklı dinlerden. Hatta o dinlerin mensuplarından bile daha fazla bilgiye sahip olabilirler. Kafalarında oluşan sorulara cevaplar aramış, ilgili kaynaklara ve uzmanlara başvurmuş, ne var ki tatminkar bir cevap alamadıkları için de din-iman eksenli bilgilerin rasyonel olmadığı kanısına varmışlardır. Sosyal olaylar çerçevesinde gördükleri çirkinlikler de, kafalarında oluşmuş olan din paradigması ile örtüşmüştür ve böylece bulundukları çizgi üzere kararlı hale gelmişlerdir. Ne var ki bu insanlar, meseleyi bir defa hallettikten sonra rafa kaldırma bağnazlığına da düşecekler diye bir şart da yoktur. Bu konuları kendi çevrelerinde defaatle tartışırlar, yeni sorular sorarlar ve onları cevaplamaya çalışarak konumlarını tekrar tekrar gözden geçirirler. Yani dini sorgularken gösterdikleri hassasiyeti, kendilerini sorgulama adına da gösterebilirler. Çünkü akıl ve mantığı, vicdanı, eşsiz ve yeri doldurulamaz önder olarak görmektedirler. (Bunun neresi yanlış diye bir soru aklınıza geldi mi? Bence de güzel ve üzerinde düşünülmesi gereken bir soru bu.)


Tanımladığımız bu iki kategori, aklî alt yapısı itibariyle geçerli. Yalnız, farklı kriterlere göre, farklı kategoriler de söz konu olabilir tabi ki. Mesela, kendi düşünceleri doğrultusunda bir hayat yaşarken tamamen insanlardan bir insan, güzel ahlak örneği sergileyen bir komşu, bir arkadaş şeklinde olanlar varken, kendi ateistik düşüncesini kibrine angaje etmiş ve başka türlü düşünce ve hayat tarzlarını tolere edemeyecek "kökten ateistler" de söz konusudur. Bu da meselenin psikolojik yanını yansıtmaktadır. İlk gruptaki insanlarla siz de gayet barış ve huzur içerisinde yaşayabilecekken ikinci grup, sizi kafasında tanımladığı etiket içerisine hapsetmiştir, tartışmaya açamazsınız da.

Şimdi bu ayrımlar niye önemli? Öncelikle aynı ve daha farklı ayrımlar, hayatın başka alanlarında da söz konusudur, sadece iman-ateizm ekseninde değil. Bu nüanslara dikkat etmek, zamanımızda yaşayan insanların genel bir ahlakı olması lazım. İkincisi, muhatabınız karşısında nasıl bir tavır takınacaksınız hususunda Kuran ve hadisten gelen bilgileri doğru anlamak için, bu ayrımlar önemli. Kibir ve tahkik karışımı bir ateist mantalite ile taklit ve insanlık karışımı bir ateist mantaliteye veya daha farklı bir kombinasyona aynı muameleyi uygulayamazsınız. Yeri gelmişken hemen de belirteyim, bu iki kategorinin hiç biri için, Kuran'da ölüm emri vs. geçmemektedir, her ne kadar bir takım gafiller zıttına uygulamalar sergilese de...

Üçüncüsü, ateistlerin sorduğu bazı sorular ve gördükleri bazı paradokslar, bizim, dinimizi daha iyi anlamamıza ve imanımızın daha da aklî zemine oturmasına vesile olabilir. Bu yüzden, tepkisel davranmak yerine, bu tarz "challenge"ları (akabeleri(?), rampaları(?)), Allah'ın bizi davet ettiği iman serüvenleri olarak görebiliriz. Daveti getirene değil, davetin kendisine bakmak lazım.


Dördüncüsü, ateist görüntü arkasındaki nüansları farketmek, her soru ve itirazın da cevaplanmaya değer olmadığını anlamak açısından önemlidir. Kimi insan yüz soru sorsa ve hepsini cevaplasanız, adamın derdi yüzbirinciyi sormaktır. O zaman sizin de cevap üretme refleksine saplanıp boş yere kafanızı meşgul etmenize gerek yoktur. Bu şunun gibidir. Çarpma işlemini bilen birisi, kafasına takılan her çarpma işleminin cevabını o an bulmak zorunda değildir; hatta hiç bulmak zorunda da değildir. Mesela 143290 sayısı ile 567983 sayısının çarpımını şu an söyleyememeniz, sizin çarpma işlemini bilmediğiniz anlamına gelmez, çarpma işleminin kökten yanlış olduğu manasına da gelmez. Sadece gerek yoktur. Gerektiği zaman hesaplanır. Din-imanla alakalı olarak da paranoyak bir şekilde soru-cevap obsesyonuna girmeye gerek yoktur. İsterseniz binlerce cevap sıralayın, Allah'a karşı suçluluk psikolojisi içerisine girmiş bir vicdanı, O'na teslim olmaktan başka ne rahatlatabilir ki?







No comments:

Post a Comment