Tuesday, January 24, 2017

İnek


Bir varmış bir yokmuş. Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, develer tellal iken pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken evrenin derinliklerinde insanlarla ineklerin ortaklaşa yaşadığı bir memleket varmış. İnekler çok çalışıp sürekli insanlar için bir şeyler üretirken insanlar da onlardan aldıkları ürünlerle rahat bir hayat sürermiş. Rahatlarının bozulmadan devam etmesi için de ineklerin çalışıp bir şeyler üretmesi için çiftlikler kurup, onların yemeklerini verirlermiş. İnekler de üretmeyi seven varlıklar oldukları için, emeklerinin karşılığını alıp almadıklarına bakmaksızın canla başla çalışırlarmış.


İnsanlar arasında kimileri sadece kendi rahatını düşünürken azınlık da olsa kimisi de inekleri düşünürmüş ve onların hayat şartlarının ve iş yüklerinin daha kabul edilebilir hale getirilmesi için gayret gösterirlermiş. İneklerin hayatları boyu süt ve gübre üretimi için nasıl ağır mesai yaptıklarını ve iş göremez hale geldiklerinde de kesimhanelerde et, kemik ve derileriyle insanlara fayda sağladıklarını, insanlar için böyle fedakârca çalışan bu varlıkların daha iyi muameleyi hak ettiğini anlatırlarmış. Ne var ki, rahata alışmış olan insanlar, bu anlatılanları masal gibi dinler, “onları bize hizmet etsinler diye biz yetiştiriyoruz zaten; bir de onların hizmetçisi mi olacağız” deyip geçerlermiş.

Gel zaman git zaman inekler, başka memleketlerde çok daha iyi büyüme, çoğalma ve çalışma şartları olduğunu öğrenmişler. Köle gibi kullanıldıkları bu yerde sürünmeye devam edip en nihayetinde de vahşice katledilmektense, diğer memleketlerdeki gibi ineklik onuruna yaraşır bir şekilde muamele görmeyi arzulamışlar. Bir müddet sonra da birer birer o memleketlere göç etmeye başlamışlar. Giden ineklerin iyi hallerini öğrendikçe, giderek daha fazla inek terk etmiş doğdukları memleketi. Bu gidişler öyle bir hal almış ki inekler daha danayken bile, o diğer memleketlerin hayalini kurar hale gelmişler. Onların bu hevesleri de, çiftliklerde maruz kaldıkları onur kırıcı ve bencilce muamelelerle daha da kızışmış.


Aradan yıllar geçmiş. İneklerin doğup büyüdükleri memleketteki inek sayısı iyice azalmış. Kalanlar da zaten zayıf, fazla ürün vermeyen, fazla çoğalamayan hatta ineklik onuruyla falan da ilgileri olmayan zavallılarmış. İşte tam o sıralarda, kaliteli ineklerin onurlu bir yaşama kavuşmak için göç ettiği memleketteki insanlar, inek haklarının çiğnendiği, onların asıl doğup büyüdükleri memleketi işgal etmiş. Çok kanlı savaşlar olmuş. En nihayetinde de inek sermayesi az olan ineklerin anayurdu, savaşı kaybetmiş. İşgalci insanlar, ağır şartlarda bir anlaşma imzalatarak ineklerin anayurdunu serbest bırakmışlar.

Bu yenilginin ardından, ineklerin memleketindeki insanlar düşünmüşler, biz niye savaşı kaybettik diye. Tabi ki göze ilk çarpan etmen, ineklere karşı gösterilen tutum ve bundan kaynaklanan inek sermayesinin düşüşü. Böylece kafalarına dank eden insanlar, yememişler içmemişler, tekrar inek dostu bir diyar olmak için çalışmışlar; yeter ki kaliteli inekler geri dönsün, asıl memleketlerinde büyüsünler, çoğalsınlar ve ürün versinler.


Bilge inekler, olanları bir süre takip etmişler ve demişler ki “bu insanlar bizi gerçekten sevip sayıyor değiller; onlar sadece eski rahatlarına kavuşmak istiyorlar; buna kavuşunca da bizi yeniden sömürüp keseceklerdir.” Bu söz, başlangıçta rağbet görse de uzun vadede ineklerin memleket özlemi ağır basmış, ve birer birer dönmeye başlamışlar. Aradan kısa zaman geçtikten sonra da ineklerin anayurdu tekrar kalkınmaya başlamış.

Biraz rahata kavuşunca insanlar, kendi açlıklarını hatırlamışlar. İnek dostu memleketlerde iyice gelişip serpilmiş ve şimdi geri dönmüş olan semiz ineklerin, mükemmel menülere malzeme olacağının hayalini kurmuşlar. “Bugüne kadar onları biz yetiştirdik, meyvesini hep başkaları yedi. Yeter artık. Biraz da biz faydalanalım bu ineklerden…” demişler. Ve inek katliamı başlamış yeniden…

Kendi memleketlerine hizmet sunmak isteyen inekler, bilge ineklerin uyarısını hatırlamışlar: “bu insanlar bizi gerçekten sevip sayıyor değiller; onlar sadece eski rahatlarına kavuşmak istiyorlar; buna kavuşunca da bizi yeniden sömürüp keseceklerdir.” Fakat iş işten çoktan geçmişmiş. Üzülmüşler, süzülmüşler. Yeniden zayıf ve bir işe yaramaz hale gelmişler.


Tam o sırada, ineklerin hiç beklemediği bir şey olmuş. Daha önceden anayurtta kalan şahsiyetsiz inekler, bir yaygara çıkartmış: “inekler olarak başımıza gelenleri hak ediyoruz; elin memleketine gidince her türlü elimizden geleni esirgemiyoruz, ineklerin anayurdu olan kendi memleketimize gelince tembellik ediyoruz; bu ihanetin elbette bir bedeli olması lazım.” Ve böylece o eski inekler ve bazı insanlar, inek dostu memleketlere gidip inekleri cezalandırılmak üzere geri istemişler. Ne var ki bu istekler, “bizim ineklere ihtiyacımız var” denilerek reddedilmiş. Onlar inekleri alıp cezalandırmak için ısrar ettikçe, inek dostu memleketleri daha fazla sinirlendirmişler.

En sonunda, kendi ellerinde kaliteli inek kalmayan ineklerin anayurdu, yeniden zayıf düşmüş. Hem de bu sefer, insanların yaptıkları ikiyüzlülük ve inek dostu memleketlerde uyandırdıkları kızgınlıklar da cabası. Gün geçtikçe açlık ve sefalet yayılmaya başlamış. İşin kötüsü, gübre yokluğundan, memleketteki yeşillik de azalmış ve havasızlık baş göstermiş. Birer birer insanlar ölmeye başlamış. Kimse de dönüp yüzlerine bakmamış.

İneklerin anayurdu böylece yeniden, ineklik onuruna saygılı ve inek dostu insanların eline kalmış. İnekler ve insanlar orada, o zamana kadar görülmemiş güzelliklere ev sahipliği yapacak bir memleket inşa etmişler. Masalımız da burada bitmiiş…








No comments:

Post a Comment