Tuesday, August 23, 2016

Kurban Bayramı ve Esbabperestlik


Kurban Bayramı'nda bir hayvan kurban edip etini, eş-dost ve fakirlere paylaştırmak şeklinde özetlenebilecek maddi bir ibadet ön plandadır. Ne var ki bu bayram, sadece zenginlerin değil, bütün insanların pratik edebileceği bir manevi ibadeti de içermektedir.




Tarihsel olarak Hz. İbrahim ve Hz. İsmail arasında geçen kurban hadisesi, Hz. İbrahim'in Allah'tan gelen emirlere tastamam riayetini resmeder. Her sene hutbelerde meselenin bu boyutu dile getirilir. Fakat, aynı hadise, insan psikolojisi ve peygamberlik misyonu açısından ne demek olabilir? Yani, bütün mesele aklın almayacağı bir işe kalkışıp sonra da Cebrail AS'ın koçu getirmesinden mi ibarettir?

Konuyu daha iyi anlamak için filmi bayağı geri sarmak gerek. Hz. İbrahim'in yaşadığı ilk mucize, ateşe atılması ve orada yanmamasıdır. Dışarıdan bir yönlendirme olmaksızın kendisi tefekkür edebilecek ve böylece Allah'a ulaşabilecek kadar zeki ve entellektüel biri, daha sonra kalkıp bütün kavmine meydan okumaktadır. Düşüncelerini aksiyona dönüştürmede yüksek irade sergileyen, afakta tefekkür neticesinde Allah'ın kudret ve iradesine dair marifet ve imanı belli bir seviyeye çıkmış bu genç, kendi nefsinde de aynı kudret ve iradenin eline teslim olarak kendi aklına meydan okumuştur. Bu, onun kadar akılcı bir insan için hiç de kolay olmayan bir adımdır. En nihayetinde ateşe atıldığında yaşadıkları da, hem onun imanını te'yid eden hem de kuvvetlendiren ve bizzat kendi üstünde uyguladığı bir deney olmuştur.




Büyüyüp de evlendiği zaman, peygamberlik misyonunu devam ettirmesi için, ataerkil bir topluma hitap edebilecek bir erkek evlat istemiştir. Daha sonra Hacer annemizden Hz. İsmail doğduğunda, bu isteği gerçekleştiği için çok mutlu olur. Ne var ki kendisinden,  Hz Hacer ve İsmail'i o devir itibariyle yokluğun ortası olan bir yere bırakıp terk etmesi istenir. Ne akıl ne de vicdan açısından kabullenilemeyecek bu durum, Hz. İbrahim gibi akılcı ve merhametli bir insan için çok çok daha can alıcıdır. Bir kez daha aklının gördüğüne meydan okuması gerekmektedir. Peygamberlik mesleğini devam ettirebilecek ve ona gerekli terbiye ve eğitimi verebileceği tek oğlunu, annesiyle birlikte çölün ortasına terk etmesi gerekmektedir. Yani akıl açısından bakıldığında, peygamberlik mesleğini devam ettirme pozisyonundaki tek kişiyi kendi eliyle ölüme terk ederek misyonuna ihanet edecektir! Ama emri veren de bizzat Allah CC'dur!

O devirde telefon, email vs. olmadığı için eşini ve bebeğini bıraktıktan sonra başlarına neler geldiğinden haberdar değildir Hz. İbrahim. Hani duyduğumuz 'zemzem suyunun bulunması ve oradan geçen kervanın suyun çıktığı mahalle yerleşmesi hadiseleri', Hz. İbrahim'in arkasından olduğu için o, yaptığının vicdan azabı ve zihnindeki tufanlarla başbaşa kalmıştır. Ve bir kez daha, önceden afakta ve enfüste tefekkür deneyimleriyle kalbine işlenen imanına güvenmek durumunda kalmıştır. Daha sonra Hz Hacer ve İsmail'i ziyarete gittiğinde onları hayatta ve rahat içinde gördüğünde bir kez daha Allah'ın kudret ve iradesinin her şeyi kuşattığını, O'nun izni olmadan iyi-kötü hiç bir şeyin gerçekleşemeyeceğini iliklerine kadar hissetmiştir.



İşte bu akıl ve kalp insanı, bahsettiğimiz tecrübelerden, deneylerden sonra, peygamberlik misyonunu devam ettirmek üzere yetiştirdiği, terbiye ettiği oğlunu kurban etmek durumunda bırakılmıştır. Yine akıl açısından bunun mantıklı bir tarafı yoktur. Fakat Allah'ın sonsuz kudret ve iradesine teslim olmuş bu irade insanı, kendine emredileni, görüntüdeki mantıksızlığa rağmen yerine getirmeye çalışmıştır. Hikayenin geri kalanı malum.

Buraya kadar anlattıklarımız üzerinde, bizim açımızdan, sorgulanması gereken pek çok nokta vardır. Öncelikle neden aklın gerektirdiklerinin zıttını yapması istenmiş, Hz. İbrahim'den? Veya kendi özelimizde düşünürsek, iman sahibi olmak demek, aklı devre dışı bırakmak mı demek? Aklı yaratan Allah; o aklı, sebep-sonuç ilişkilerini görme ve ona göre geleceği planlama fakültesi yapan Allah; böyle bir aklın varlığını ve çalışır durumda olmasını imanın ön şartı yapan Allah, neden bir anda bu aklın devre dışı kalmasını istiyor?




Bu noktada, aklın aynı zamanda insanı, Allah'ın evrendeki halifesi konumuna yükselten bir özellik olduğunu hatırlamakta fayda var. Yani akıl kullanılarak elde edilecek güç, insanı firavunlaştırabilecek seviyededir. Çünkü akıl, her şeyi sebep-sonuç çerçevesinde açıklarken bizzat kendini de onların kontrolcüsü olarak kabul eder. Bu sebep-sonuç zincirlerinin ve kendi konumunun da sürekli/devamlı olacağını zanneder. Yani kayyumiyet atfeder kendine. Böylece, kendi kendine ve sürekli hayatta ve ayakta kalacağını düşünen insan için dalalet yolları açılır. O yüzden aklı kullanmanın edebini de öğrenmek gerektir.

Hz İbrahim özelinde bu öğrenme, Allah'tan gelen açık ayetler üzerine gerçekleşmiştir. Yani ortada hiç bir şey yokken bütün bu işlere girişilmemiştir. Bizim özelimizde ise, Allah'tan açık bir bildirim olmadığı müddetçe, ki peygamberlik sona erdiği için böyle bir şey söz konusu olamaz, aklın rehberliği mecburidir. Ama o zaman aklın terbiyesi nasıl olacak?

Aklı kullanmanın birinci edebi, şunu farketmektir: sebepler bizi bağlar, Allah'ı değil. Kul olarak bize düşen, Allah'ın kurduğu sebep-sonuç bağlarına riayet ederek O'ndan ne istiyorsak istemektir. Ancak Allah'tan ümidimiz ve O'nun bizim gayretlerimize vereceği cevap, aynı sebep-sonuç ilişkileriyle bağlı değildir.



Bu noktada da Kevser Suresi'nde kurbanın vacipliğine zemin teşkil eden ayet (Kevser 108/2), daha geniş olarak şu şekilde yorumlanabilir:

"Elinizdeki nimetler devam ederken, bunların hep böyle devam edeceğine göre plan yapmayın (Kehf 18/35-36). Hatta, hep öyle devam ettirmek için de plan yapmayın. Kendi imkanlarınızı kendi elinizle kurban edin (zekat, sadaka vs.). Kendi kafanızda kurduğunuz sebep-sonuç zincirlerini ara-sıra kırın ve risk alın (Bakara 2/195). Veya, başınıza bir musibet geldiğinde, bunun devamı mahiyetinde gelecekte olacakları tahmin ederken aynı sebep-sonuç ilişkileri cenderesinde düşünmeyin (Fussilet 41/49). Çünkü bunları yaparken, sadece kendinizi değil Allah'ı da o zincirlerle bağlıymış gibi zannediyorsunuz, farkında olmadan. Allah CC, sebeplerin sebebidir. O, kuluna, hiç ummadığı anda hiç ummadığı yerden yardım edendir (Talak 65/3). O yapar; akıl da iş bittikten sonra işbaşı yapar ve 'şundan şu oldu, şundan şu oldu...' diye bağlar kurar. Fakat bu hadiseler öncesinde akıl, sadece ve sadece o zamana kadar gördüklerinin içerisine hapistir. Ama aklın görebildikleri, Allah için kuşatıcı değildir."




No comments:

Post a Comment