Farz edelim ki uzayın derinliklerinde yaşayan bir medeniyet dünyaya geliyor. Geldikleri tarih itibariyle insanlar, dünyadaki koşullar kötüleştiği için uzayın başka bir köşesine gitmişler. İnsan türünden habersiz olan bu uzaylılardan iki kişi, bu yeni gezegende gördükleri yapıların nasıl oluştuğunu merak ediyorlar.
Bu meraklı uzaylılardan biri, dünyanın başka yerlerini de gezip, çok enteresan daha başka yapılarla da karşılarşır.
Bu çok enteresan yapıları gördükten sonra gezgin uzaylı diyor ki: "Gezegenin her tarafına yayılan ve 90 derece köşeli yüzeylerden oluşan bu yapılar, diğerleri gibi doğal hadiseler neticesinde oluşmuş."
Fotoğrafları inceleyen diğer uzaylı, aradaki farklara bakar ve ayrıca bu yapıların malzemelerini inceler ve der ki, "İyi ama, diğerlerine göre çok farklı ve çok sert malzemelerden yapılmış bu yapılar. nasıl olur da sadece doğal hadiselerle açıklarsın? Baksana, ileri mühendislik ve mimari gerektiren şekiller bunlar; rastgele oluşmuşa benzemiyor!"
Buna karşılık gezgin uzaylı da şöyle cevap verir: "E tabi, yumuşak kayalardan oluşan yapılar daha çabuk şekil alıyor, sert malzemeden olanlar ise milyonlarca yılda oluşuyor."
"Peki 90 dereceli köşeleri nasıl açıklayacaksın?"
"Gördüğün gibi binaların hepsinde veya heryerinde 90 derece yok! Bazısında var bazısında yok. O dediklerin, sürecin içerisinde olanlar. Yani yuvarlak köşeli olanlara nazaran daha yeni yapılar oldukları için evrimsel süreçlerini tamamlamamışlar. Bir kaç milyon yıl sonra onların da oval köşeli hale geldiklerini göreceksin."
Gerçekten de yapılan karbon testleri neticesinde 90 dereceye sahip yapıların, gezegenin diğer yerlerinde gözlemlenen yapılara göre kıyas kabul etmeyecek derecede yeni olduğunu görürler. Bu iki uzaylı, Dünya gezegeninde çektikleri fotoğrafları, daha sonra, kendi gezegenlerinde başkalarıyla paylaşırlar ve "Dünya gezegeninin doğal harikaları" diye yayınlarlar.
Bu paylaşımlardan etkilenen paleontolog (fosil bilimci) bir uzaylı, gördüklerini yerinde incelemek ve kendi araştırmalarını yapmak ister. Böylece dünyaya ziyarete gelir. Önceden gelenlerin 90 dereceli dedikleri yapıların içerisinde bazı küçük fosillerle karşılaşır. Bu fosillerin sayısı o kadar fazladır ki paleontolog uzaylı, bu nesli tükenmiş böcek türüne bir isim verir: Nasni. Bulgularını da yine kendi gezegeninde yayınlar.
Nasnilerin varlığı, daha önceden gelen uzaylıların dediklerinin daha detaylı incelenmesine ve daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur. 90 dereceli yapıların içinde bol miktarda rastlanan nasni fosilleri, bu yapıların içindeki ince yapıların nedenini ortaya koyar. Daha önceden sadece doğal hadiselerle açıklanmaya çalışılan bu detaylar, şimdi nasni böceklerinin kendilerine yuva edinme güdüleri ile açıklanır.
Derken, uzaylıların kendi gezegenlerindeki başka biri şöyle bir soru atar ortaya: "Acaba bu nasniler aslında bizim gibi zeki yaratıklar olamazlar mı? Yani bu 90 dereceli yapıların hepsi, onların eseri olamaz mı?"
Başlangıçta enteresan gelen bu fikir, pek çok eleştiriye maruz kalır. Öncelikle bu zeki tür nereden ortaya çıkmış olabilir ki? Ve madem o kadar zekiler, şimdi neredeler, neden soyları tükendi? Ve madem zekiler, neden evrimsel açıdan en gelişmiş olan oval şekiller yerine az gelişmişliğin timsali olan 90 derece yapılarla yetindiler?
Sadece soruların varlığı ve onlara cevap verilememesi, iddianın yanlışlığını gerektirmeyeceği için uzaylılar, zeki nasniler kavramını bir süreliğine rafa kaldırırlar. Bu arada, jeolog uzaylılar, dünya gezegenine milyonlarca yıl önce çarpmış olan bir meteorun izlerini bulurlar. Bu durum, ihtimal dahilinde, nasnilerin soyunun neden tükendiğini açıklayabilir, fakat daha cevaplanması gereken pek çok soru vardır...
Uzaylıları kendi araştırmaları ile başbaşa bırakalım, biz kendi nasnilerimizle ilgilenelim: İnsan.
Bu temsîlî hikayecikte de görüldüğü gibi, biz insanlar bir şeyleri açıklamaya çalışırken, öncelikle bazı temel paradigmalar doğrultusunda önermeler oluşturur, sonra bu önermelerin doğruluğunu test ederiz. Bu testler, farklı metodlarla yapılır: gözlemler, deneyler, teorik modellerle oluşturulan tahminler. Baştaki paradigmalardan dolayı, yapılan gözlemler ve onların üzerine bina edilen yorum ve felsefeler de bir ölçüde ön koşullanmaya maruz kalır. Bu durum, mutlak manada kötü bir şey değildir. İnsanlık, bu metodu disiplinli bir şekilde uygulayarak bu günlere gelmiştir. Fakat, varlığının ve neden olduğu kısıtların farkına varılmazsa ön paradigmalar, insanları, başlangıcı doğru olan ama yanlış yönde atılan adımlara itebilir.
Evrim bağlamında yaşanılan sorunların bir kısmı da bundan kaynaklanmaktadır. "Her şeyi evrimle açıklayacağım" diye kendini koşullandıran bir kişi, mutlaka kendince geçerli açıklamalar bulabilir. Bunlar tamamen yanlış açıklamalar da olmayabilir fakat:
Bu meraklı uzaylılardan biri, dünyanın başka yerlerini de gezip, çok enteresan daha başka yapılarla da karşılarşır.
Bu çok enteresan yapıları gördükten sonra gezgin uzaylı diyor ki: "Gezegenin her tarafına yayılan ve 90 derece köşeli yüzeylerden oluşan bu yapılar, diğerleri gibi doğal hadiseler neticesinde oluşmuş."
Fotoğrafları inceleyen diğer uzaylı, aradaki farklara bakar ve ayrıca bu yapıların malzemelerini inceler ve der ki, "İyi ama, diğerlerine göre çok farklı ve çok sert malzemelerden yapılmış bu yapılar. nasıl olur da sadece doğal hadiselerle açıklarsın? Baksana, ileri mühendislik ve mimari gerektiren şekiller bunlar; rastgele oluşmuşa benzemiyor!"
Buna karşılık gezgin uzaylı da şöyle cevap verir: "E tabi, yumuşak kayalardan oluşan yapılar daha çabuk şekil alıyor, sert malzemeden olanlar ise milyonlarca yılda oluşuyor."
"Peki 90 dereceli köşeleri nasıl açıklayacaksın?"
"Gördüğün gibi binaların hepsinde veya heryerinde 90 derece yok! Bazısında var bazısında yok. O dediklerin, sürecin içerisinde olanlar. Yani yuvarlak köşeli olanlara nazaran daha yeni yapılar oldukları için evrimsel süreçlerini tamamlamamışlar. Bir kaç milyon yıl sonra onların da oval köşeli hale geldiklerini göreceksin."
Gerçekten de yapılan karbon testleri neticesinde 90 dereceye sahip yapıların, gezegenin diğer yerlerinde gözlemlenen yapılara göre kıyas kabul etmeyecek derecede yeni olduğunu görürler. Bu iki uzaylı, Dünya gezegeninde çektikleri fotoğrafları, daha sonra, kendi gezegenlerinde başkalarıyla paylaşırlar ve "Dünya gezegeninin doğal harikaları" diye yayınlarlar.
Bu paylaşımlardan etkilenen paleontolog (fosil bilimci) bir uzaylı, gördüklerini yerinde incelemek ve kendi araştırmalarını yapmak ister. Böylece dünyaya ziyarete gelir. Önceden gelenlerin 90 dereceli dedikleri yapıların içerisinde bazı küçük fosillerle karşılaşır. Bu fosillerin sayısı o kadar fazladır ki paleontolog uzaylı, bu nesli tükenmiş böcek türüne bir isim verir: Nasni. Bulgularını da yine kendi gezegeninde yayınlar.
Nasnilerin varlığı, daha önceden gelen uzaylıların dediklerinin daha detaylı incelenmesine ve daha iyi anlaşılmasına yardımcı olur. 90 dereceli yapıların içinde bol miktarda rastlanan nasni fosilleri, bu yapıların içindeki ince yapıların nedenini ortaya koyar. Daha önceden sadece doğal hadiselerle açıklanmaya çalışılan bu detaylar, şimdi nasni böceklerinin kendilerine yuva edinme güdüleri ile açıklanır.
Derken, uzaylıların kendi gezegenlerindeki başka biri şöyle bir soru atar ortaya: "Acaba bu nasniler aslında bizim gibi zeki yaratıklar olamazlar mı? Yani bu 90 dereceli yapıların hepsi, onların eseri olamaz mı?"
Başlangıçta enteresan gelen bu fikir, pek çok eleştiriye maruz kalır. Öncelikle bu zeki tür nereden ortaya çıkmış olabilir ki? Ve madem o kadar zekiler, şimdi neredeler, neden soyları tükendi? Ve madem zekiler, neden evrimsel açıdan en gelişmiş olan oval şekiller yerine az gelişmişliğin timsali olan 90 derece yapılarla yetindiler?
Sadece soruların varlığı ve onlara cevap verilememesi, iddianın yanlışlığını gerektirmeyeceği için uzaylılar, zeki nasniler kavramını bir süreliğine rafa kaldırırlar. Bu arada, jeolog uzaylılar, dünya gezegenine milyonlarca yıl önce çarpmış olan bir meteorun izlerini bulurlar. Bu durum, ihtimal dahilinde, nasnilerin soyunun neden tükendiğini açıklayabilir, fakat daha cevaplanması gereken pek çok soru vardır...
Uzaylıları kendi araştırmaları ile başbaşa bırakalım, biz kendi nasnilerimizle ilgilenelim: İnsan.
Bu temsîlî hikayecikte de görüldüğü gibi, biz insanlar bir şeyleri açıklamaya çalışırken, öncelikle bazı temel paradigmalar doğrultusunda önermeler oluşturur, sonra bu önermelerin doğruluğunu test ederiz. Bu testler, farklı metodlarla yapılır: gözlemler, deneyler, teorik modellerle oluşturulan tahminler. Baştaki paradigmalardan dolayı, yapılan gözlemler ve onların üzerine bina edilen yorum ve felsefeler de bir ölçüde ön koşullanmaya maruz kalır. Bu durum, mutlak manada kötü bir şey değildir. İnsanlık, bu metodu disiplinli bir şekilde uygulayarak bu günlere gelmiştir. Fakat, varlığının ve neden olduğu kısıtların farkına varılmazsa ön paradigmalar, insanları, başlangıcı doğru olan ama yanlış yönde atılan adımlara itebilir.
Evrim bağlamında yaşanılan sorunların bir kısmı da bundan kaynaklanmaktadır. "Her şeyi evrimle açıklayacağım" diye kendini koşullandıran bir kişi, mutlaka kendince geçerli açıklamalar bulabilir. Bunlar tamamen yanlış açıklamalar da olmayabilir fakat:
- Datanın doğruluğu, üstüne bina edilen yorumun da doğruluğunu gerektirmez;
- Başlangıçtaki paradigmanın, muhtemel pek çok yorumdan "işimize geleni" tercih etmemize neden olduğunu unutmamak gerek;
- Var olan paradigmanın sarsılmasından korkmak ve bu nedenle de aşırı tepkiler vermek, bilimsel bir tavır olmayıp kişilerin kendi subjektif dünyalarındaki eksikliklerden kaynaklanan çalkantıların bilimsellik perdesi arkasında gizlenmesidir. Bugün biyoloji ve genetik dünyasında evrim konusu, bir tabu haline gelmiş olup, farklı açıklama içeren bir bilimsel makale gönderseniz, makalenizin reddedilmesi kaçınılmazdır;
- Yaratılış ve evrimin bağdaşmayacağı düşüncesi, gerek bilim adamlarının gerekse dindar insanların kafalarındaki yanlış olgulardan kaynaklandığı için,"evrimle ilgili çalışmalar dine aykırıdır" düşüncesiyle "yaratılış düşüncesi bilimin önünü kapatıyor" düşüncesi, eşit miktarda yanlıştır.
No comments:
Post a Comment