Friday, May 27, 2016

Evrim Üzerine Düşünceler - 3


Evrim teorisine karşı dile getirilenlerden biri de bu teoride anlatıldığı gibi basitten komplekse doğru gidişin, termodinamiğin 2. yasasına aykırı olduğu ve kendi kendine olmasının imkansız olduğu yönündedir. Buna cevap vermek isteyenler ise, evrende ve tabiatta basitten komplekse gidişin örneklerinin bol miktarda olduğunu ve termodinamikle zıt düşen bir durum oluşmadığını söyler. Kim haklı? Ya da bu iki görüş arkasında gizlenen hakikat ne?

Öncelikle evrim teorisinin termodinamiğe zıt olduğunu iddia edenlerin sözlerinin arka planına bakmakta fayda var. Canlıların ve özelde insanın evrimleşme yoluyla oluşması fikri, Allah'ın yaratması fikri ile zıt olduğu ve bunu kabullenemeyecekleri için, evrim teorisinin altını boşaltacak bilimsel bir veri, onlar açısından önem taşımaktadır. Yani gelecekte, bir şekilde, evrimin gerçekten olduğu ispat edilse, kameralara alınabilse, bu durumda sanki, haşa, "A aaaa! Allah yaratmamış!" deme durumuna düşülecek! Dolayısıyla, bu derece güçlü bir olgu olan bilimi kendi tarafına almak, psikolojik bir rahatlama sağlamaktadır. "Bakın! Bilim de öyle söylüyor!" diyerek objektif bir ispata yaklaşmak istiyorlar. Fakat burada, farkında olmadan, bir zıtlığa düşülmektedir: biz, bilim öyle söylediği için Allah'a inanıyor değiliz. Yani bilim, Allah'tan daha üstün bir otorite değil ki Allah'a inanmak için ondan izin isteyelim!

İkinci olarak, bu zıtlığı öne sürenlerin değindiği ana tema şudur. Kendi kendine olan reaksiyon/işlemlerde enerji her zaman daha kaliteli/düzenli durumdan daha kalitesiz/düzensiz duruma doğru akar. Yani kabaca açmak gerekirse hızlı olan yavaşlar, sıcak olan soğur, uzunlar kısalır, keskin köşeler yuvarlanır, vs. vs. Bunun tersinin olması için, yani düzensizlikten düzen çıkması için, kalitesizlikten kalite çıkması içini termodinamiğe göre, dışarıdan bir iş (düzen) girişi gerekir. Bütün bunlara göre, eğer evrim teorisinin dediği gibi kendi kendine bir oluşum söz konusu olsa, hücreler ve diğer daha kompleks canlılar oluşamazdı. Ama varlar! Demek ki, dışarıdan bir müdahale olmuş!


Her ne kadar etkileyici hissettirse de, bu anlatımda İslam'daki Allah inancı açısından temel bazı sorunlar söz konusudur. Yukarıda özetlenen anlatıma göre, 1- rastgele işlemler Allah'ın iradesi/müdahalesi haricinde kendi kendine oluşur ve Allah sadece bizim düzen diye nitelendirdiğimiz işleri yapar, 2- Allah'ın müdahalesi, dıştan bir müdahaledir. 

Yukarıdaki birinci husus, Allah'ın iradesinin külli olması, yani düşen bir yaprağın, okyanusların dibindeki bir bakterinin hareketinin veya bunlardan daha küçük veya daha önemsizinin bile O'nun kudret, ilim ve iradesi ile olması gerçeği ile zıttır. İkinci husus ise, Allah'ın evrenin dışında bir yere konumlandırılıp yaratma işinin de belirli zaman dilimine hapsedilmesidir. Halbuki Allah için yer ve zaman tayin edilemez. O hem Zahir'dir hem Batın'dır; yani her şeyin hem içine hem dışına hakimdir, ilmiyle kudretiyle her yerdedir. Ve O, yaratma işini her an yapar; bir defa yaratıp bırakma diye bir şey yoktur.

Evrim teorisi ile termodinamiğin zıt düştüğünü dile getirip inancı savunanların durumuna değindikten sonra iki de ufak not düşmek istiyorum. Burada "inancı savunanlar" derken özellikle müslümanları kastediyorum; çünkü diğer din mensuplarının tanrı inançları daha farklı olabiliyor. İkinci olarak, bilimin inanç ekseninde doğru kullanımı nasıl olmalı mevzuu, ayrıca incelenmesi gereken bir husus olup detaylarına burada girmeyeceğim.

Şimdi tartışmanın diğer tarafı olan, "termodinamik ile evrim zıt düşmez" deyip inancı yıkmaya çalışanlara bakalım. Bunlara göre baktığınız zaman ise aynı bilimsel bilginin farklı açıdan kullanımını görürsünüz. Mesela, bir kap düşünelim. Bu kabın içinde 100 santigrat derecede sıvı su olsun. Aslında mikro seviyede baktığınız zaman, su moleküllerinin enerjilerinin sıfırdan sonsuza doğru değişen bir dağılım sergilediğini görürsünüz, fakat ortalama enerjileri bize 100 santigrat gösterir. Yani, sabit ve dengede olan sistemde bile, bir düzen dağılımı söz konusudur. Bu denge halindeki sistemde hızlı su molekülleri, dışarıdan bir müdahaleye ihtiyaç duymaksızın hızlıdırlar. Aynı şekilde evrende de bir denge vardır ve bu denge içerisinde aşırı düzenliden aşırı düzensize doğru bir dağılım olması gayet olağandır. Şu an yüksek enerji ve düzene sahip olanlar, bunu zamanla başka varlıklara devrederler ve evren kendi kendine böylece devam edere gider. Bu durumda da insan veya diğer canlılar gibi herhangi aşırı düzen içeren varlıklar da, zaman içerisinde kendi kendine oluşabilir. Dolayısıyla, "termodinamik ile evrim zıt düşmez" diyenlere göre, kendi kendine düzen oluşumu, her ne kadar kabullenmek istemesek de her tarafımızda zaten vardır.

Öte yandan, irade ve şuur dediğimiz şeyler de zaten nedir ki? Altı üstü elektrik akımı ve bir takım kimyasallardan ibaret olan insanın, diğer cansız varlıklardan farklı olduğu nasıl iddia edilebilir ki? Dolayısıyla, sizin şuurlu olarak ve irade ortaya koyarak yaptığınızı iddia ettiğiniz bir dizayn, sanat eseri veya bir söz bile, aslında, geçici bir yanılsamadan ibarettir. Çünkü bu anlayışa göre, irade veya şuur veya amaç denen şeyler, enerjinin korunumu, kütlenin korunumu gibi fizik yasalarının istatistiksel olarak mikro ve makro seviyedeki farklı izdüşümlerinden ibarettir. Dolayısıyla evrim teorisi, enerjinin hangi düzenler arasında zaman içerisinde dağıldığının incelenmesi oluyor ve buraya nasıl geldiğimizle ilgili bir yol çizmeye çalışıyor.


Bu görüşün kendi içinde düştüğü zıtlıklara bakarsak, kerameti kendinden menkul bir evliya görürüz. Yani, evrendeki hadiselerin değişimini gözlemleyip onların gidişatına dair bir yol haritası çıkartma eylemi olan bilim, bu hadiselerin kendi kendine olduğuna dair hiç bir şey söylememektedir. Bunu iddia eden, bu kişilerin kendileridir. Fakat iddialarını dile getirirken kullandıkları dil bilim dili olduğu için kendi subjektif görüşleri, objektif kıyafet giymiş oluyor. Ama aslında durum öyle değil. Dolayısıyla, hadiselerin kendi kendine olduğunu ön kabul olarak alırsanız, sonrasındaki her şeyin de öyle olduğunu iddia etmenize bir engel olmaz. Bu aynen, "doğru, benim söylediğimdir" diyen kişinin, "hiç bir zaman yalan söylemediğini" iddia etmesine benzer.

İkinci olarak, evrendeki istatistiksel, yani mikro seviyede rastgele ama makro seviyede düzenli, dengeli bir yapı olduğunu iddia edip bizim seviyemizdeki oluşumların da böylece rastgele olduğunu dile getirenlerin, bilimi çöpe atmaları gerekmektedir. Çünkü rastgele ilerlediğini iddia ettiğiniz bir sistemin bir sonraki anda ne olacağını net olarak bilmeniz hiç bir şekilde mimkün değildir. Şu an var olmanız ve insan şeklinde olmanız, 1 saniye sonra hala insan olarak kalacağınıza veya bırakın insan olmayı dünyada veya hangi başka gezegende bulunacağınızı kestirmenize imkan yoktur. Bir şekilde, oluşan bu düzenin kaybolmasının mukadder olduğunu söyleyip, iradeyi ve şuuru çöpe attıktan sonra bir de kalkıp bilim yapmak ve evreni ve tabiatı anlayıp kontrol etmeye çalışmak kendi içinde zıtlıktır.

E her iki tarafa da sataştıktan sonra şimdi nereye yöneleceğiz? Bu soruya cevap aramak için zihnimizi dinlendirmek adına bir hikaye okuyalım.

Dindar bir uzaylı ile ateist bir uzaylı beraber gezerlerken, uzayın bir köşesinde mavi bir gezegen dikkatlerini çeker ve oraya bakmak isterler. Her taraftaki mavilik yanında belirli bir yerde çöreklenmiş ve spiral şekildeki bir pamuk yığını ilgilerini çeker. Uzaylılar bunun ne olduğunu araştırmak isterler ve bakarlar. Bu pamuk yığını, aslında çok büyük girdaptır ve sürekli kendi etrafında dönmektedir. Bu tespiti yaptıktan sonra uzaylılar dünyadan ayrılırlar. Dindar uzaylı der ki "Tanrı'nın ne eserleri var şu evrende... Bakıp büyülenmemek mümkün değil!"


Bunun üzerine, ateist uzaylı der ki "Bu tip hadiseler, enerjinin korunumu ve kütlenin korunumu gibi fiziksel olgular üzerine oluşur. Tanrı'yı falan karıştırma." Aralarındaki tartışma ilerlerken dindar uzaylı, termodinamiğin ikinci yasasını hatırlatıp der ki: "Böyle düzenli bir yapının kendiliğinden oluşması imkansız. Düzensiz bir sistemden bu ölçekte ve bu düzende bir yapının ortaya çıkması akla hiç de yakın değil." Aldığı cevap ise şu olur: "Alakası yok. Bu hadisenin öncesi ve sonrasını kıyas edersen, netice itibariyle düzensizlik artmış oluyor. Yani arada bir yerde böyle büyük ölçekte bir düzenin oluşması, uzun vadede entropinin artması prensibi ile çatışmıyor, bilakis destekliyor. Görmedin mi nasıl her tarafı katıp karıştırıyor! Hem denge sistemlerinde de aşırı enerji sahibi ve minimal enerji sahibi parçacıklar vardır. Dolayısıyla dışarıdan bir müdahaleye gerek kalmadan ve bilimsel bulgularla çatışmadan bu gördüklerimizi açıklayabiliriz." Ve bakarlar ki, gördükleri pamuk yığınının kimyasal yapısı, tamamen etraftaki maddelerin aynısı: hidrojen, oksijen, silikon, vs.


Bütün bunlar, dindar uzaylının moralini bozar. Neden sonra bir bakar ki ateist arkadaşı bir başka girdaba odaklanmıştır. Bu girdap, etrafındaki toz bulutunu yutmakta olan bir kara deliğin etrafındadır. Ne yazık ki ateist uzaylının ait olduğu gezegen de bu toz bulutu içerisinde güme gitmektedir. Ateist uzaylı göz yaşları içerisindedir. Dindar uzaylının ise aklından geçen cümleler ile arkadaşına duyduğu sevgi çatışmaktadır. Bu yüzden ona bir şey söylemez. Ama kafasının içinde başka bir fırtına kopmaktadır: "Rastgele bir enerji korunum hadisesi seni niye bu kadar etkiliyor ki? Zaten hepi topu bir yanılsamadan ibaret değil mi aidiyet duygusu? Hiç bir şeyin sonsuz olmadığı bu evrende sonsuzluk isteği de zaten olmaması gereken bir şey değil mi?"




Sunday, May 15, 2016

Hayya Ala El Salah


Şarkı sözlerini anlamak zordur ya; müzik ve ritim eşliğinde, anlaşılmaktan ziyade eğlendirmek için sarf edilen ses çıktıları... Namaz özelinde konuşmak gerekirse, belli bir ritim ve rutin içerisinde, hissetmekten ziyade kurallara uymak için kılınan namaz da bir tür hareket çıktısı mı oluyor? Hadiste dikkate verilen "yorgunluktan öte faydası olmayan namaz" galiba böyle oluyor. Gelin şu ritmi ve rutini bozalım:

HAYYA
ALA
EL SALAH

Bir daha ki namazınızı kılarken, ezber bozacak şekilde kılmaktan bahsedelim mi? Ama öncelikle şu an kıldığımız namazı analiz edelim. Genelde son 10 surenin okunmasına hapsedilmiş, ara sıra son 20'ye yükselen bir rutin. Bu hapis, yanlış anlaşılmasın, bizim kafamızdaki bir hapis. Oraya kendimizle birlikte o sureleri de hapsediyoruz; kendimizle birlikte onlara da zulmediyoruz. Ve bu hapsin kuralları var. Mesela bu son 10-20 surenin namazda okunmasını, Fatiha'nın ardından hiç aksatmadan yapmanız gerekiyor, çünkü arada 2 saniye durup düşünseniz, sehiv secdesi yapmanız gerekecek (diye düşünüyorsunuz). Dolayısıyla, mekanik ritmi bozmadan, tıkır tıkır akması gereken bir okuma rutini... Bir de namaza başlamak için söylenmesi gereken formül: kıble, kıblenin tanımı, namazın kimin için kılındığı (Allah), sünnet mi farz mı, vakit, rekat sayısı, varsa imam ve en sonunda (çok şükür kavuşturana...) bismillah. Bu arada, bulunduğunuz mekanda sesli sesli konuşanlar zihninizi dağıtsa da, çalan telefonunuz sizi namazı bir an önce bitirmeye dürtse de, başladınız bir kere, bitmesi lazım. Bu devinimi tamamlamanız lazım:

trrrrum,
trrrrum,
trrrrum!
trak tiki tak!
makinalaşmak istiyorum!

                                     Nazım Hikmet

Bu mısralar, secdeler ve aralarındaki oturmayı seri bir şekilde yaparken "yemlenen tavuklara" benzememizi de hatırlatıyor. 

Öte yandan, öğlen namazı kılıyorsanız, 10 rekat var; dile kolay 10 rekat. 10 defa fatiha, 20 rüku, 20 secde... acilen bitirilmesi lazım. Zaten iş arasındasınız veya okulda teneffüstesiniz. E bi de bunun tesbihi var. 33 defa sub-sub-sub-sub....

Ve sonunda artık vazifemizi yapmış olmanın huzuru içinde, dinini yaşayan bir kul edasıyla hayata dönebiliriz. Mi acaba?


İsterseniz filmi geri saralım ve baştan çekelim. İş arasındayız, vakit kısıtlı. Ne yapacağız? 10 rekâtlı namazı, ki bunun 6'si sünnet 4'ü farz, alelacele, Allah'ın huzurunda bulunmanın edebine zıt bir şekilde kılmaktansa, 4 rekat farzı tadil-i erkanla kılmaya ne dersiniz? Tadil-i erkan vaciptir. Topluma ve geleneklere uyma içgüdülerinizi tatmin etmek yerine Allah'ın rızasını hedefliyorsanız, her bir erkanını güzelce yudumlayarak 4 rekat farz namaz kılabilirsiniz. Secdeler arasında da bir kaç saniye durup, subhanallahi ve bihamdihi subhanallahil azim diyebilirsiniz. Bunu derken de kalbiniz ve aklınızla Rabbinize hamdetmenize vesile olacak bazı şeyleri düşünebilirsiniz. O bir kaç saniyenin tadını bir alırsanız, bağımlılık yapabilir, uyarayım. Hz Aişe'nin anlattığı "Peygamberin namazı", tam da bu istikamettedir çünkü. Bir de rükudan sonra secdeye gitmeden evvelki duruş var. Evet, rükudan kalkınca secdeye gitmeden önce bir duruş var. Bu duruşu, yine hadislerde gelen dualarla süsleyebilirsiniz veya Allah'ı tesbih etmek, tahmid etmek için bir kaç saniyeliğine de olsa, namazda okuduklarınızı tefekküre açılabilirsiniz. Bu şekilde kılacağınız 4 rekatlık namazın süresi, robotik ve hızlı olarak kılacağınız 10 rekatın süresine eşit olacaktır. Fakat bir tarafta kabirde, mizanda yüzünüzü güldürecek bir namaz, diğer tarafta ise hesap gününde yüzünüze çarpılma ihtimali olan ama "standartlara uyma güdünüzü tatmin edecek" bir namaz...


Şimdi, işinize dönebilirsiniz. Kılamadığınız sünnet namazlar n'olacak? Evet, Efendimiz'le (SAV) olan yol birliğimizi tazelemek adına içimizde kalan bu ukdeyi, hemen ilk fırsatta gidermeliyiz. Bu bağlamda, baya kadar anlatılanlardan bir tık öteye geçmek ister misiniz? Bunu yapmak için ev ortamında olmanızda fayda var.

Sünnet namazlardan birini veya herhangi bir nafile namazı kılıyorken bunu uygulayabilirsiniz. Diyelim ki iki rekâtlı bir namaz. Alın elinize Kuran'ı ve okuyun okuyabildiğiniz kadar: 1 sayfa, 2 sayfa... Sonra güzelce rükûnuzu secdenizi yapın. Sonra, ayakta durmaktan yorulmuş olabileceğiniz için oturarak devam edin. Evet evet, oturarak devam edin. Bunun için hasta olma veya bir özrü olma şartı sadece farz namazlarda var. Diğer namazlarda hiç bir ön şart olmaksızın oturarak namaz kılabilirsiniz. Oturduğunuz yerde, ikinci rekatta da yine dalın Kuran okyanusuna: 1 sayfa, 2 sayfa, ... Namazdan sonra açın mealini de okuyun, belki bazı ilginizi çeken yerlerin esbab-ı nüzulüne de bakın. Artık internet ortamında ve akıllı telefon uygulamalarıyla bu bilgilere kolayca ulaşılabiliyor. Sonra dua edeceğiniz zaman, mesela Cevşenden alışık olduğunuz bir bâbı ezberleyin ve onu daha sonra, zamandan mekandan bağımsız olarak okuyabilir hale gelin. Oranın mealini de öğrenin. Yolda yürürken ezberden Cevşen okumanın getirdiği hürriyet hissiyle havalanın.



Wednesday, May 11, 2016

Uzaklardan Bir Mektup

Sen bu satırları okuyabilecek misin bilmiyorum. Belki ben hayatta olmayacağım ve senin bu yazdıklarımdan haberin bile olmayacak. Bu ihtimali düşünmek bile istemiyorum. Ama belki de, Allah'ım n'olur, bu satırları başbaşa, dizdize okuyacağız. Bu sana yazdığım ilk aşk mektubum sevgilim...

Sen farkında değilsin ama senin her halini gözetliyorum. Sevinçlerini, üzüntülerini takip ediyorum. Senin yüzün güldüğünde benim de ağzım kulaklarıma varıyor, senin suratın asıldığında gün ortasında gecem oluyor. Özellikle iyilik kötülük seçimlerinde ne yapacağını merak ve endişe ile seyrediyorum. Niye biliyor musun? Çünkü sen iyilik yaptıkça, bizim buradaki evimizin inşaatı ilerliyor ve ben de giderek sana daha hazır hale geliyorum. Ama tersi olunca... Tersi olunca, evimizin duvarları çatlamaya başlıyor ve ben de içten içe çürümeye başlıyorum. Senin bir kötü adım atman karşısında attığım çığlıkları bir duysaydın; ah bir duysaydın...

Ailenle geçirdiğiniz zamanlarınızı tatlı bir gülümsemeyle yudumluyorum; çünkü onlar benim için hayat suyu. Arkadaşlarınla bir araya gelip Allah'ı hatırlamanız, içimi dışımı aydınlatan bir nur olarak dünyamı dolduruyor. Seni dinleyenlere hayrı tavsiye etmen ve ilminle âmil olman, benim de sana olan iştiyakımı kamçılıyor. Ama yanlışa bile bile rıza göstermen, bildiğin doğruları gizlemen ve hele, bizzat kendin, sana çığlık çığlık iyiliği haykıran vicdanını çiğnemen... Zehir yutmuş birinin öğürerek midesini boşaltmaya çalışması gibi beni krizlere sokuyor... Sevgilim, n'olur bana bunları yapma!

Benim nasıl yaratıldığımı biliyor musun? Sen belki hatırlamazsın bile... Bir defasında yola doğru sürünen ve arabaların altında ezilecek bir salyangozu alıp kenarda  bir bitkinin dibine koymuştun. Işte Allah, beni o zaman yarattı. Kalbindeki ihlastan yarattı. O anda Allah'tan başka seni gören yoktu ve O, seni gerçekten görüyordu. O günden beri gün sayıyorum,  sana kavuşmak için. Yollarını gözlüyorum sen her ne kadar ölmek istemeden de...

Aramızda duran bir engelse eğer bu evreniniz, yok olmayı hak etmiyor mu? Bir gün kıyamet koptuğunda, bunun bir nedeni de benim sana kavuşmak için durmaksızın ettiğim dualar olacak. Çünkü sana kavuşmak için öyle yanıp tutuşuyorum ki, şu anki hayatım sanki cehennem ve ama seninle beraber olmak... İşte cennetim... Sevgilim.