Gel zaman git zaman, halk arasında, bu yeni gelen adamdan ve ona bağlı olarak gelişen yeniliklerden huzursuz olanlar olmuş ve o adamı yaylanın güneyine, bugün Tuz Gölü olan civara göndermişler. Tabi o sırada göl möl yok. Her şey yüksek yaylanın üstünde kurulu. Göz alabildiğine yeşillikler, tarlalar.
Yeşillikler derken, aslında oradaki tarım ve meyvecilik, çok hassas bir sulama sistemine dayanıyormuş. Ustalar, etraftaki tepelerin arasındaki küçük vadileri baraja dönüştürmüşler ve biriken suları sene boyu kullanıyormuş yayla halkı. Yoksa ilkbaharda eriyen karlardan sonra çok da yağmur yağmazmış. İşte hem koruma sağlayan hem de baraj vazifesi gören o tepeler ve vadiler sayesinde, güven ve berekete kavuşan o halk gelişmiş, serpilmiş. İşte o dağları tepeleri aşıp gelebilen pek kimse olmadığı için, durduk yere ortaya çıkan o bilge adam ondan garipsenmiş.
Bizim bilge adam güney tarafına gönderilmiş ama bu sadece onu seven ve anlattıklarına ilgi duyan insanların fazladan yürümesine neden olmuş. Bir süre sonra adamın etrafı yine uzun mesafe yürüyebilecek kadar sağlıklı olanlarla sarılmış. Onlar şehre dönünce, dinlediklerini diğerlerine aktarıyorlarmış. Çocuklar da yine bu anlatılanları kendi oyunlarına katıyorlarmış. Fakat bu olanlar yine hoşlanılmamış ve insanların bir daha güney tarafına gitmemeleri istenmiş. Bilge adama da durum iletilmiş.
O günden sonra bilge adam anlatmayı bırakmış ve kurak yaz ortasında bir gemi yapmaya başlamış. Onu gizli gizli gözetleyenler, "dağların ortasındaki bu yerde gemi de ne ola" diye düşünmüşler. Başta, bir hikmeti vardır demişler, sonra da boş vakit dolduruyor herhalde demişler, gülmüş geçmişler. Bir daha da onun yanına giden olmamış.
İşte o sıcak yaz günlerinden birinde, aniden gök bulutlarla kaplanmaya başlamış. İnsanlar sevinç çığlıkları içinde ortalığa dökülmüş. Önce gölgenin serinliğini sonra yağmur damlalarının tazeliğini doya doya hissetmişler. Hayvanlar da otlar da doymuş suya, bu sıcak yaz gününde. Etraftaki barajlar da dolmuş ve ufak ufak dereler halinde taşmaya başlamış. Kuruyan topraklar artık bir karış suyun altında kalmış.
Ve ne olduysa o zaman olmuş. Meğerse bu yaylanın altı tuzca zengin bir yapıya sahipmiş ve yıllardır baraj diye biriktirilen sular, yavaş yavaş yaylanın altını eritmiş. Yaz ortasında gelen bu yağmur da son noktayı koymuş ve koca yayla bir anda çökmüş. Barajlardan boşanan sularla birlikte koca bir göl oluşmuş. Hızlı ve uzun mesafe gidebilenlerin bir kısmı kaçıp kurtulabilmiş. Ama çoğunluk boğulmuş.
Geriye kalanlar, güneydeki adamın yanına gidip hem onun durumunu görmek hem de ondan fikir sormak istemişler; tabi hala oradaysa, çünkü geminin nereye gideceği belli mi olur? Bereket ki akan sularla hareketlenen gemi, kurtulanların olduğu tarafa doğru gelmiş de çok uzun yürümek zorunda kalmamışlar. Balçık gibi bir gölün üstünde alamet gibi bir gemiyi seçmek de hiç zor olmamış.
Bilge adamla diğer kurtulanlar birbirlerine sarılmışlar, ağlaşmışlar. Sonra şehrin silolarındaki buğdaydan bir miktar alıp ondan ekmek yapmışlar. Ama bilmedikleri bir şey varmış: onları bir sürpriz bekliyormuş. Ekmeği ağızlarına koyunca daha önceden hiç almadıkları bir tat almışlar: ekmekte tuz varmış.
Böylece tuzu keşfeden yayla insanları, olanları unutmamak için her sene makarnadan gemi yapıp, tuzlu suda haşlayıp onu herkesle paylaşarak kutlama yapmaya başlamışlar. Bu yemeğin adını da Nuh'un makarnası koymuşlar.
Aradan bilinmez kaç yıl kaç çağ geçmiş. Bu koca göl çekilmiş ve bildiğimiz Tuz Gölü olmuş. O yaylanın yerinde de iki şehir kurulmuş. Ve hayal gücü kuvvetli birisi bu masaldan mülhem Nuh'un Ankara Makarnası'nı çıkartmış. Masalımızda burada bitmiiiş.
Aradan bilinmez kaç yıl kaç çağ geçmiş. Bu koca göl çekilmiş ve bildiğimiz Tuz Gölü olmuş. O yaylanın yerinde de iki şehir kurulmuş. Ve hayal gücü kuvvetli birisi bu masaldan mülhem Nuh'un Ankara Makarnası'nı çıkartmış. Masalımızda burada bitmiiiş.
No comments:
Post a Comment