Bir
balığın, içinde bulunduğu suyu fark etmesi ne kadar zorsa,
ahirzamanda yaşayan insanlar olarak bu zamanı anlamak, bizim için o
kadar zordur. Zaman suyunun dışına çıkmalıyız ki, n’oluyor, nereye gidiyoruz
anlayabilelim. Ama zamanın dışına çıkmak, istisnalar hariç, bizler için mümkün olmadığına göre n’apacağız?
Bu
noktada akıllıca bir yol, bu zamanın dışında olup bu tarafa bakan ve
gördüklerini anlatan birilerine kulak vermektir. Ahirzamana dair böyle
tasvirler yapan ve sözleri güvenilir olarak kayda geçmiş yegâne kişi olan Hz. Muhammed
SAV diyor ki:
"Zaman
hızlanacak, dinde ilim azalacak, fitneler ortaya çıkacak, (insanların içine)
cimrilik atılacak ve 'herç' çoğalacak". Rasulullah'a, 'Herç' nedir? diye soruldu, o
da: "Öldürmek, öldürmek" diye buyurdu.
Buhari, Fiten 5 (7061)
“Yakında
büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden,
ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o
fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekan bulursa
ona sığınsın.”
Buhari, Fiten 9 (7081)
“İhtimal, Fırat'ın
suları çekilecek, kuruyacak. Ortaya altından bir hazine çıkacak, kim orada
bulunursa, hiç bir şey almasın.”
Buhari, Fiten 24 (7119)
“On
alamet görülmeden kıyamet kopmayacaktır;…Biri doğuda, biri batıda, bir
diğeri de Arap Yarımadası’nda meydana gelecek yere batma hadisesi…”
Tirmizi, Fiten 21 (2183)
“Salih
amel işlemekte acele edin. Karanlık gecenin parçaları gibi
fitneler var. Kişi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü'min
olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. Onlardan biri, dünya malı
için dinini satar.”
Tirmizi, Fiten 30 (2195)
Yaşanan her hadisede
insanların iradesine bakan bir yön olduğu gibi kadere bakan bir yön de vardır. Yaptığı iyi ya da kötü her iş için herkesin kendine
göre bir nedeni olduğuna göre, onların hesabını Allah’a bırakıp biz, kader
açısından ahirzaman hadiselerinin arkasındaki hikmetlere bakalım.
Peygamber
Efendimiz SAV kendisinin gelişi ile kıyametin birbirine çok yakın olduğunu vurgulamıştır. O zaman, İsrafil AS’ın sûra
üflemesine ramak kalmışken, bütün insanlık ahirete göçme hengâmesindeyken en
önemli mesele ne olabilir?
Bütün
insanlık için en önemli mesele, bir insan için de en önemli olan meseledir ve o
da imanla ölmektir. O zaman, insanların iman hakikatlerini kavramaları için
etraflarındaki ayetleri incelemeleri gerekmektedir. Bu konumda da âlemlerin
Rabbi, insanlara ölümden sonra dirilmeyi hissettirecektir. Böylece maddi
kılıfın içinde gelişen mananın korunacağını ve bu mananın, daha muhteşem olarak farklı şekillerde yeniden doğacağını gösterecektir.
Ayetlerimizi
afakta (ufuklarda, alemde, dışta) ve kendi nefislerinde (kendi varlıklarında) onlara
göstereceğiz ki o Kuran’ın gerçek olduğu onlara iyice belli
olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi? İyi bilin ki onlar
Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki O, her şeyi kuşatandır.(Fussilet 53,54)
Elbette
ki bunlar olurken, yine sebepler perdesi arkasında olacaktır fakat doğru bakabilenler, bu
ayetleri kalp gözü ile okuyabilecektir. Şuur bu noktada eksik kalsa bile en
azından vicdanlar bu hakikati görecek ve vicdanının sesini bastırmaya çalışmayanlar hidayet
yoluna girecektir, inşallah. Öte yandan ruha vurgu yapan bu ayetler, aslında
tam da Hz İsa’nın getirdiği mesajın özüdür ve onun ahirzamanda tekrar gelişi ekseninde olması beklenen
hadiselerin de ruhudur.
Aslında
bütün bunlar, anne karnındaki bir cenin açısından bire bir modellenerek daha
iyi kavranabilir. Bir ceninin anne karnından kopup dünyaya gelmesi, bizim
burada ölüp diğer hayata doğmamız gibidir. Anne karnındaki karanlık ortam ve duyu
organlarının kısmi veya hiç çalışmaması nedeniyle bir cenin, kendi bedeninin farkında değildir. Onu besleyen
plasentayla yek bir vücut gibi yaşamaktadır. Fakat doğum sırasında plasenta, bebekle beraber
dışarı çıkar ve ölür. Fakat o kılıf içinde büyüyüp gelişmiş olan ve fakat bebeğin hiç farkında olmadığı beden dünyaya doğmuştur; hem de ne muhteşem bir beden!
Hadisten
mülhem olarak, dünya uykusundan gerçek hayata uyandığımızda da, aslında bu
beden kılıfı içinde büyüyen ve bizim fark etmekten aciz olduğumuz bir benliğimiz doğacaktır ve o bedenin
içinde yaşayacağı dünyayı algılamak, bizim için hayallerin bile
ötesindedir.
Buraya
kadarkileri özetlersek, kader planında ahirzamanın dehşetli hadiselerindeki
bir hikmet, Allah bilir, bu yıkılmalar-yapılmalar sırasında hep korunan bir
özün varlığına dikkat çekmek ve aynen enerjinin korunumu yasasındaki
gibi, Allah’ın bu özü devam ettirdiğini, daha farklı ve daha muhteşem maddi kılıflarla
tekrar tekrar iade ettiğini göstermektir. Böylece, insanoğlu için ölümden sonra
dirilmeye yönelik örnekler verilmektedir.
Ahirzaman
hadiseleri eksenindeki ikinci bir mesele de Allah’a imanın sağlamlaştırılmasıdır.
Özellikle zaten müslüman olan
insanlar böyle bir konuda, “biz zaten Allah’a inanıyoruz” deyip ilgisiz
kalabiliyorlar. Fakat bu, Kuran’ı hayatına hayat kılmak isteyen bir müminin
tavrı olamaz çünkü Kuran’da âlemlerin Rabbi, inananları “iman etmeye” çağırıyor, defalarca!
“Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine
indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin.
Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar
ederse, derin bir sapıklığa düşmüş olur.”
(Nisa 136)
“Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak
bir ticaret göstereyim mi size? Allah’a ve peygamberine inanır, mallarınızla ve
canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu
sizin için çok hayırlıdır.”
(Saff 10,11)
Dolayısıyla
mümin demek, tam da kelime manasıyla “iman etmeyi bir iş, bir meslek olarak
sürekli ve düzenli yapan” demektir. Nasıl ki hayatında sadece bir defa ders
vermiş kişi öğretmen olamıyorsa ve ama sürekli ders veren kişi öğretmen oluyorsa,
hayatının sadece bir noktasında şehadet getirmiş ama sonrasında tefekkür yolculuklarıyla tekrar tekrar
iman etmemiş kişinin “müminliği” de o derece sağlıksızdır.
Dolayısıyla,
ahirzaman hadiseleri ekseninde Rabbimize olan imanımızı tazelemek, derinleştirmek ve
renklendirmek gerekir. Bu gereksinimi daha da hayatî kılan özellik ise
bahsedilen hadiselerin sıradışılığı ve dehşet vericiliğidir. İnsanlığın son günleri, onların göreceği en muazzam ayetlere şahit olacağı için önceden çok da
benzeri görülmemiş olaylar meydana gelebilir. Bunlar, farklı sebep perdeleri
ile perdelenmiş olabilir, hem pozitif hem negatif yönde olabilir. Her
iki halde de insanın edeple Allah’a yönelebilmesi gerekmektedir.
Örneğin ahirzaman hadislerinde,
insan öldürmenin, insanı bıktıracak kadar fazlalaşacağı haber veriliyor. Ki
yaşadığımız zamanlar, tam da bunun gerçekleştiği zamandır. Haklının-haksızın
birbirine karışıp fitne ateşlerinin kontrolsüzce dünyayı yangın yerine çevirmesi karşısında ilâhî
müdahalenin olmayışı veya böyle bir müdahalenin istenen zamanda ve istenen şekilde gelmeyişi, birilerinin Allah’a
imanını sarsabilir. “Allah varsa, neden bunlara müsaade ediyor” diyebilirler.
Veya
teknolojideki gelişmelerle, özellikle sağlık ve genetik
alanındaki ilerlemelerle insanlar artık ölümü çok uzak görebilirler; veya biyolojik/kimyasal/konvansiyonel
silah teknolojilerindeki ilerlemelerle kendilerini hayat alıp-verme konumunda
görebilirler. Bunlar da insanların şımarıp yoldan çıkmasına neden olabilir.
Bu şekilde kendini veya
Allah’tan başka varlıkları esas kontrol noktası gibi görme hastalığı, insanların
tabiatperestliğe ve esbabperestliğe saplanması şeklinde de okunabilir.
Böyle söylendiği zaman, kimse kendisine yakıştırmaz bu
hastalıkları. Ateistlere veya putperestlere veya paganlara has yanlışlıklar olduğu düşünülür. Fakat kazın
ayağı öyle değildir. Gizli veya açık şirk hastalığının farklı
tezahürleri, her zaman için olagelmiştir. Kuran-ı Kerim’de münafıklara ve onların ruh
hallerine o kadar fazla yer verilmesinin bir hikmeti, bu özelliklerin herkesi
az-çok etkileme ve imanlarını yaralama potansiyeli olmasındandır. Bu nasıl mı
olur? İşte birkaç örnek.
Bütün
övgüler Allah’a mahsustur (Fatiha, 2), ama bizzat Allah CC Kendisi, bunu her
yerde açıktan, insanların gözüne sokmaz. Bu örneğe rağmen, iyi niyetlerle de
olsa, belirli nimetlerin gelmesine vesile olan kişilerin her yerde
methedilmesi, her şeye referans gösterilmeleri, onlara sonsuz güven
duyulması, tam da esbabperestlik hastalığının gizliden gizliye nüksetmesidir.
Haram
helali tayin etmek Allah’a mahsus olmasına rağmen O’ndan başkalarının bu noktada
söz sahibi hale gelmesi ve bu başkalarının, insanları Allah’ın helal kıldığından men edip haram
kıldıklarına sevk etmesi, yine benzer şekilde Allah’ın net bir çizgi ile
belirtmediklerinin kesin helal-harama indirgenmesi tabiatperestlik hastalığının nüksetmesidir.
Namaz,
Allah ile kul arasındaki ilişkinin en hayati damarı olmasına ve Kuran’da her yerde
sürekli, namazın kılınmasından öte, namazın ikame edilmesi, yani kıvama
erdirilmesi-iyileştirilmesi dikkatlere verilmesine rağmen, insanların
namazlarının belirli surelere hapsedilmesi, dini hayatın belirli ritüellerden
ibaret sayılması ve bunlardan rahatsızlık duyulmaması, esbabperestliğin bir tezahürüdür. Dinin
özüne ait bu ihmallere karşın insanların kendilerinin vaz ettikleri bir takım etkinliklere
katılmanın veya bazı uygulamaları yapmanın bayraklaştırılması da
tabiatperestliğin bir tezahürüdür.
Asıl
konuya dönersek, ahirzaman hâdisâtında Allah CC’nun gözettiği bir hikmet, işte o dehşetli olaylar üzerinden
insanlardaki bu esbabperestliği ve tabiatperestliği kırıp bakışları sadece kendisine
çevirmek olsa gerektir.
Ahirzaman
hadisatı arkasındaki hikmetler, şüphesiz bunlarla sınırlı değil. Burada sadece
konuya belirli açılardan yaklaşılmaya çalışıldı. Başka hikmetlere kalbi açılanlar, herkesle paylaşırsa, birbirimize
hayırhah olmuş oluruz. Doğrusunu, sonsuz hikmet sahibi Allah bilir.
No comments:
Post a Comment