Monday, August 8, 2016

Ahirzamanı Anlamak

Bir balığın, içinde bulunduğu suyu fark etmesi ne kadar zorsa, ahirzamanda yaşayan insanlar olarak bu zamanı anlamak, bizim için o kadar zordur. Zaman suyunun dışına çıkmalıyız ki, n’oluyor, nereye gidiyoruz anlayabilelim. Ama zamanın dışına çıkmak, istisnalar hariç, bizler için mümkün olmadığına göre n’apacağız?
Bu noktada akıllıca bir yol, bu zamanın dışında olup bu tarafa bakan ve gördüklerini anlatan birilerine kulak vermektir. Ahirzamana dair böyle tasvirler yapan ve sözleri güvenilir olarak kayda geçmiş yegâne kişi olan Hz. Muhammed SAV diyor ki:

"Zaman hızlanacak, dinde ilim azalacak, fitneler ortaya çıkacak, (insanların içine) cimrilik atılacak ve 'herç' çoğalacak". Rasulullah'a, 'Herç' nedir? diye soruldu, o da: "Öldürmek, öldürmek" diye buyurdu.
Buhari, Fiten 5 (7061)
“Yakında büyük fitneler olacak, o fitnelerde (yerinde) oturanlar ayaktakilerden, ayaktakiler yürüyenlerden, yürüyenler koşanlardan, daha hayırlı olacaklar. Kim o fitne içinde bulunmuş olursa, ondan uzak dursun. O zaman bir iltica yeri, sığınacak mekan bulursa ona sığınsın.”
Buhari, Fiten 9 (7081)
İhtimal, Fırat'ın suları çekilecek, kuruyacak. Ortaya altından bir hazine çıkacak, kim orada bulunursa, hiç bir şey almasın.”
Buhari, Fiten 24 (7119)
“On alamet görülmeden kıyamet kopmayacaktır;…Biri doğuda, biri batıda, bir diğeri de Arap Yarımadası’nda meydana gelecek yere batma hadisesi…”
Tirmizi, Fiten 21 (2183)
“Salih amel işlemekte acele edin. Karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü'min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü'min olarak akşama erer, sabaha kâfir çıkar. Onlardan biri, dünya malı için dinini satar.”
Tirmizi, Fiten 30 (2195)

Yaşanan her hadisede insanların iradesine bakan bir yön olduğu gibi kadere bakan bir yön de vardır. Yaptığı iyi ya da kötü her iş için herkesin kendine göre bir nedeni olduğuna göre, onların hesabını Allah’a bırakıp biz, kader açısından ahirzaman hadiselerinin arkasındaki hikmetlere bakalım.
Peygamber Efendimiz SAV kendisinin gelişi ile kıyametin birbirine çok yakın olduğunu vurgulamıştır. O zaman, İsrafil AS’ın sûra üflemesine ramak kalmışken, bütün insanlık ahirete göçme hengâmesindeyken en önemli mesele ne olabilir?
Bütün insanlık için en önemli mesele, bir insan için de en önemli olan meseledir ve o da imanla ölmektir. O zaman, insanların iman hakikatlerini kavramaları için etraflarındaki ayetleri incelemeleri gerekmektedir. Bu konumda da âlemlerin Rabbi, insanlara ölümden sonra dirilmeyi hissettirecektir. Böylece maddi kılıfın içinde gelişen mananın korunacağını ve bu mananın, daha muhteşem olarak farklı şekillerde yeniden doğacağını gösterecektir.

Ayetlerimizi afakta (ufuklarda, alemde, dışta) ve kendi nefislerinde (kendi varlıklarında) onlara göstereceğiz ki o Kuran’ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun. Rabbinin her şeye şahit olması yetmez mi? İyi bilin ki onlar Rablerine kavuşma konusunda şüphe içindedirler. İyi bilin ki O, her şeyi kuşatandır.(Fussilet 53,54)

Elbette ki bunlar olurken, yine sebepler perdesi arkasında olacaktır fakat doğru bakabilenler, bu ayetleri kalp gözü ile okuyabilecektir. Şuur bu noktada eksik kalsa bile en azından vicdanlar bu hakikati görecek ve vicdanının sesini bastırmaya çalışmayanlar hidayet yoluna girecektir, inşallah. Öte yandan ruha vurgu yapan bu ayetler, aslında tam da Hz İsa’nın getirdiği mesajın özüdür ve onun ahirzamanda tekrar gelişi ekseninde olması beklenen hadiselerin de ruhudur.
Aslında bütün bunlar, anne karnındaki bir cenin açısından bire bir modellenerek daha iyi kavranabilir. Bir ceninin anne karnından kopup dünyaya gelmesi, bizim burada ölüp diğer hayata doğmamız gibidir. Anne karnındaki karanlık ortam ve duyu organlarının kısmi veya hiç çalışmaması nedeniyle bir cenin, kendi bedeninin farkında değildir. Onu besleyen plasentayla yek bir vücut gibi yaşamaktadır. Fakat doğum sırasında plasenta, bebekle beraber dışarı çıkar ve ölür. Fakat o kılıf içinde büyüyüp gelişmiş olan ve fakat bebeğin hiç farkında olmadığı beden dünyaya doğmuştur; hem de ne muhteşem bir beden!
Hadisten mülhem olarak, dünya uykusundan gerçek hayata uyandığımızda da, aslında bu beden kılıfı içinde büyüyen ve bizim fark etmekten aciz olduğumuz bir benliğimiz doğacaktır ve o bedenin içinde yaşayacağı dünyayı algılamak, bizim için hayallerin bile ötesindedir.
Buraya kadarkileri özetlersek, kader planında ahirzamanın dehşetli hadiselerindeki bir hikmet, Allah bilir, bu yıkılmalar-yapılmalar sırasında hep korunan bir özün varlığına dikkat çekmek ve aynen enerjinin korunumu yasasındaki gibi, Allah’ın bu özü devam ettirdiğini, daha farklı ve daha muhteşem maddi kılıflarla tekrar tekrar iade ettiğini göstermektir. Böylece, insanoğlu için ölümden sonra dirilmeye yönelik örnekler verilmektedir.
Ahirzaman hadiseleri eksenindeki ikinci bir mesele de Allah’a imanın sağlamlaştırılmasıdır. Özellikle zaten müslüman olan insanlar böyle bir konuda, “biz zaten Allah’a inanıyoruz” deyip ilgisiz kalabiliyorlar. Fakat bu, Kuran’ı hayatına hayat kılmak isteyen bir müminin tavrı olamaz çünkü Kuran’da âlemlerin Rabbi, inananları “iman etmeye” çağırıyor, defalarca!

“Ey iman edenler! Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin. Kim Allah’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve ahiret gününü inkar ederse, derin bir sapıklığa düşş olur.”
(Nisa 136)
“Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size? Allah’a ve peygamberine inanır, mallarınızla ve canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.”
(Saff 10,11)

Dolayısıyla mümin demek, tam da kelime manasıyla “iman etmeyi bir iş, bir meslek olarak sürekli ve düzenli yapan” demektir. Nasıl ki hayatında sadece bir defa ders vermiş kişi öğretmen olamıyorsa ve ama sürekli ders veren kişi öğretmen oluyorsa, hayatının sadece bir noktasında şehadet getirmiş ama sonrasında tefekkür yolculuklarıyla tekrar tekrar iman etmemiş kişinin “müminliği” de o derece sağlıksızdır.
Dolayısıyla, ahirzaman hadiseleri ekseninde Rabbimize olan imanımızı tazelemek, derinleştirmek ve renklendirmek gerekir. Bu gereksinimi daha da hayatî kılan özellik ise bahsedilen hadiselerin sıradışılığı ve dehşet vericiliğidir. İnsanlığın son günleri, onların göreceği en muazzam ayetlere şahit olacağı için önceden çok da benzeri görülmemiş olaylar meydana gelebilir. Bunlar, farklı sebep perdeleri ile perdelenmiş olabilir, hem pozitif hem negatif yönde olabilir. Her iki halde de insanın edeple Allah’a yönelebilmesi gerekmektedir.
Örneğin ahirzaman hadislerinde, insan öldürmenin, insanı bıktıracak kadar fazlalaşacağı haber veriliyor. Ki yaşadığımız zamanlar, tam da bunun gerçekleştiği zamandır. Haklının-haksızın birbirine karışıp fitne ateşlerinin kontrolsüzce dünyayı yangın yerine çevirmesi karşısında ilâhî müdahalenin olmayışı veya böyle bir müdahalenin istenen zamanda ve istenen şekilde gelmeyişi, birilerinin Allah’a imanını sarsabilir. “Allah varsa, neden bunlara müsaade ediyor” diyebilirler.
Veya teknolojideki gelişmelerle, özellikle sağlık ve genetik alanındaki ilerlemelerle insanlar artık ölümü çok uzak görebilirler; veya biyolojik/kimyasal/konvansiyonel silah teknolojilerindeki ilerlemelerle kendilerini hayat alıp-verme konumunda görebilirler. Bunlar da insanların şımarıp yoldan çıkmasına neden olabilir.
Bu şekilde kendini veya Allah’tan başka varlıkları esas kontrol noktası gibi görme hastalığı, insanların tabiatperestliğe ve esbabperestliğe saplanması şeklinde de okunabilir. Böyle söylendiği zaman, kimse kendisine yakıştırmaz bu hastalıkları. Ateistlere veya putperestlere veya paganlara has yanlışlıklar olduğu düşünülür. Fakat kazın ayağı öyle değildir. Gizli veya açık şirk hastalığının farklı tezahürleri, her zaman için olagelmiştir. Kuran-ı Kerim’de münafıklara ve onların ruh hallerine o kadar fazla yer verilmesinin bir hikmeti, bu özelliklerin herkesi az-çok etkileme ve imanlarını yaralama potansiyeli olmasındandır. Bu nasıl mı olur? İşte birkaç örnek.
Bütün övgüler Allah’a mahsustur (Fatiha, 2), ama bizzat Allah CC Kendisi, bunu her yerde açıktan, insanların gözüne sokmaz. Bu örneğe rağmen, iyi niyetlerle de olsa, belirli nimetlerin gelmesine vesile olan kişilerin her yerde methedilmesi, her şeye referans gösterilmeleri, onlara sonsuz güven duyulması, tam da esbabperestlik hastalığının gizliden gizliye nüksetmesidir.
Haram helali tayin etmek Allah’a mahsus olmasına rağmen O’ndan başkalarının bu noktada söz sahibi hale gelmesi ve bu başkalarının, insanları Allah’ın helal kıldığından men edip haram kıldıklarına sevk etmesi, yine benzer şekilde Allah’ın net bir çizgi ile belirtmediklerinin kesin helal-harama indirgenmesi tabiatperestlik hastalığının nüksetmesidir.
Namaz, Allah ile kul arasındaki ilişkinin en hayati damarı olmasına ve Kuran’da her yerde sürekli, namazın kılınmasından öte, namazın ikame edilmesi, yani kıvama erdirilmesi-iyileştirilmesi dikkatlere verilmesine rağmen, insanların namazlarının belirli surelere hapsedilmesi, dini hayatın belirli ritüellerden ibaret sayılması ve bunlardan rahatsızlık duyulmaması, esbabperestliğin bir tezahürüdür. Dinin özüne ait bu ihmallere karşın insanların kendilerinin vaz ettikleri bir takım etkinliklere katılmanın veya bazı uygulamaları yapmanın bayraklaştırılması da tabiatperestliğin bir tezahürüdür.
Asıl konuya dönersek, ahirzaman hâdisâtında Allah CC’nun gözettiği bir hikmet, işte o dehşetli olaylar üzerinden insanlardaki bu esbabperestliği ve tabiatperestliği kırıp bakışları sadece kendisine çevirmek olsa gerektir.
Ahirzaman hadisatı arkasındaki hikmetler, şüphesiz bunlarla sınırlı değil. Burada sadece konuya belirli açılardan yaklaşılmaya çalışıldı. Başka hikmetlere kalbi açılanlar, herkesle paylaşırsa, birbirimize hayırhah olmuş oluruz. Doğrusunu, sonsuz hikmet sahibi Allah bilir.




No comments:

Post a Comment