Monday, August 15, 2016

İstanbul'da Bir Çekim Hikayesi



Ayasofya Kilisesi inşa edilirken henüz küçük bir çocuktum. Yıllar geçtikçe ben büyüdüm, o büyüdü. Ayasofya'yla çocukluk arkadaşı sayılırız yani. Ama muhtemelen o daha nice yüzyıllar ayakta kalacak, Roma İmparatorluğu'nun ahir günlerini görecek. İçindeki sayısız sanat eserleriyle de bugünün Roma'sını geleceğin dünyasına tanıtacak.


Fakat ben? Ben muhtemelen 40 sene sonra en fazla toprağa karışmış olacağım... Fakat ben toprak olduğumda, kafamı dolduran sorular nereye gidecek? Beynimi kemiren kurtlar, böcekler aynı sorularla mı meşgul olacak? Meraklarım, maceralarım nereye gidecek? Koca dünyayı bana dar hissettiren duygularım bir böceğin karnına nasıl sığacak?


Gençliğime ilk adımlarımı attığım yıllarda vaktimin çoğunu Ayasofya'da kubbeyi seyrederek geçirirdim. O zamanlar kafamı meşgul eden en büyük soru, bu koca kubbenin nasıl olup da çökmediğiydi. Ustalara, mimarlara, öğretmenlere sordum. Yapıların sağlamlığından bahsettiler ama beni tatmin etmedi. Niye mi? Bir kuş düşünün. Havada uçarken hava ona yeterince sağlam geliyor ve havadan düşmüyor, ama ben yüksekten atladığımda yeterince sağlam gelmiyor... Adamına göre mi davranıyor hava?

Duvarları sağlamlaştırmanın yolu var da havayı sağlamlaştırmanın yolu yok mu? Ya da tersine düşünürsek, havayı sağlamlaştıramadığımıza göre taşları, duvarları nasıl sağlamlaştırıyoruz? Daha kalın ya da daha uzun hava bile bir insanı kaldırmıyor! Veya aynı duvarların üstüne farklı bir yapı koysak çöküyor da böyle aynı ağırlıkta ama kubbe şeklinde bir şey koyunca niye çökmüyor? Sağlamlık, adamına göre değişen bir şey mi? Eğer öyleyse, taşların-duvarların aklı mı var, şuuru mu var?

Bunları düşünürken tahminen 13-14 yaşlarımdaydım. O ara benim bu ilgimi gören bir usta, beni yanına çırak aldı ve çalışmaya başladım. Anlayamadığım şeyleri bizzat kendim uygulayarak işe yarar yapılar ortaya koymaya başladım. Ama sorular aklımdan hiç gitmedi. Aksine, okuduğum felsefe kitapları sayesinde yeni sorularla kafam doldu.

Öncelikle tavan niye çöküyor ki? Mesela yukarıda ay var. Muhtemelen koca bir taş. Ortada ne bir direk var ne bir zemin. Ama ay düşmüyor. Fakat yukarıya attığım taş düşüyor. Her gün doğan güneş, dünyaya düşmüyor ama göklerden gelen su, mutlaka düşüyor. Neden bazı şeyler düşüyor da bazısı düşmüyor?

Bazı romantik felsefeciler, herşeyin arasında sevgiye bağlı bir çekicilik olduğunu söylüyor. Herşeyin arasında! Ama eğer bu doğru olsaydı, yani herşeyin arasında bir çekim olsaydı, ay dünyaya düşmez miydi? Yoksa o çekim gücü de keyfî mi çalışıyor? İstediği varlıkları birbirine yaklaştırıyor, istemediklerini öylece uzak bırakıyor!?!?

Eğer öyleyse, yani çekim gücünün böyle bir tercihi varsa, acaba onunla konuşmak mümkün müdür? "Ey çekim gücü! N'olur benim yaptığım tavanları dünya ile kavuşturma; hep birbirlerinden uzak kalsınlar!"...

İnsanlara bir şeyi yapmaları için para verirsin. Acaba çekim gücüne de bu yaklaştırma işini yapmaması için bir şeyler verilebiliyor mudur? Acaba nelerden hoşlanır?

Belki de çekim gücü, sanatı seven bir güç olduğu için kubbe gibi güzel yapıları etkilemiyordur ve bu yüzden kubbeler çökmeden duruyordur!?!?




No comments:

Post a Comment