Wednesday, August 31, 2016

Sebeplere Giriş


Üniversite müfredatlarındaki gibi sebepler üzerine bir ders olsaydı ve bu ders peygamberler tarafından verilseydi nasıl olurdu? Gizli şirke götüren en önemli hastalıklardan olan esbabperestliğe kapılmamak ve ama bu dünya hayatının direği gibi gözüken sebeplere riayet ve tevekkülü doğru uygulamak adına vahyin ışığında yürüyen bu insanların öğretmenimiz olması ne kadar hoş!

Tam manasıyla böyle bir dersi hayal etmek imkansız olsa da, Kuran'da peygamber kıssalarında anlatılanları okuyarak ve onlar üstünde düşünerek muhtemel bir içerik çıkarmak da mümkün. Ve tabi ki sebepleri keşfetmek ve onlara riayet etmek denince, bu işte doğuştan kabiliyetli yaratılan bir millet olan Yahudiler'e gelmiş peygamberler, öne çıkan peygamberler oluyor.

Hz Musa'ya İsrailoğulları'na peygamberlik vazifesi gelip de Firavun'a gitmesi istendiğinde (Taha 24-36) yaptığı şeylere bakalım:

Öncelikle, Allah CC'dan inşirah istiyor ve sözlerinin hem edebi olarak hem de semantik olarak güzelleşmesi ve böylece muhatap tarafından kolayca anlaşılır hale gelmesini istiyor. Demiyor ki "Allah beni seçti, ben dosdoğru dalar girerim Firavun'un salonuna. O da kim oluyor!"

İkinci olarak kendisine bir yardımcı gerektiğini düşünüyor ve bu noktada kendi kardeşi olan Hz Harun'un tayin edilmesini istiyor. Bu da enteresandır, çünkü modern akıllılar tarafından "Allah tarafından görevlendirilen kişi, Allah'tan başka yardımcıları niye arıyor? Allah'ın yardımı neyine yetmiyor?" denebilir. Hz Musa, bu yardımcısını isterken, İsrailoğulları'nın o zamanki sosyolojik ve psikolojik durumunu düşünüp gereken eğitim sürecinde kendisinin tek kişi olarak yetersiz kalacağını öngörüyor ve böyle bir istekte bulunuyor.

Böyle bir isteğin arkasında mutlaka başka hikmetlerde vardır fakat bunlardan birisi de peygamberlik vazifesini yaparkenki iş yoğunluğunun, yani sebeplere riayetin getireceği yükün, Allah'la irtibatlarına vakit ayıramamaları gibi bir noktaya varmasını istememesi olsa gerektir. İş iki kişi arasında paylaşılınca, Rableri ile kişisel irtibatlarına da vakit bulabileceklerdir. Yine demiyor ki "zaten Allah'ın verdiği işi yapıyorum, başka ibadetlerle o kadar uğraşmama gerek yok".

Hz Zekeriyya da kendinden sonra peygamberlik vazifesini devam ettirecek salih bir evlat istiyor (Ali İmran 38-41). Ne var ki bu husustaki duası, kendisi çok yaşlanmış olmasına rağmen cevaplanmamıştı ve ama o, ısrarla duasını sürdürüyordu (Meryem 2-11). Zekeriyya Peygamber'in durumunu vokal olarak resmetmesi adına Hafız Abdüssamed tarafından Meryem Suresi'nin okunuşunu dinlemek isteyebilirsiniz. Pekiyi Allah'ın, dinini istediği kişi ile anlattırabileceğini gayet iyi bilen bir insan, neden ille de kendisi bir oğlan istiyor ve Allah'ın peygamberlik vazifesini bu oğul üzerinden devam ettirmesi için dua ediyor? Daha kaba ifadesiyle, neden "din O'nun, kullar O'nun; ben bana düşeni yaptım." deyip boş vermiyor!

Daha sonra, kendisine Hz Yahya'nın müjdesi verilince, Hz Zekeriyya Allah'tan bir ayet/işaret istiyor. Özellikle Hristiyan kaynaklar, bu "ayet" istemenin ardından gelen 3 günlük suskunluk/konuşamama halinin, Allah'a güvenmemenin cezası olduğunu söyler. Halbuki, Allah'a güvenmeyen ve O'nun kudret ve iradesine inanmayan kişi, saçı-sakalı ağarması ve eşi de doğurma kabiliyetini kaybetmiş olmasına rağmen hala dua eder mi? İnanıyor ve güveniyor ki bütün imkansızlıklara rağmen Allah'tan istiyor. Fakat daha önemli bir nokta şu. Gelen müjdenin ardından, yine iradesinin hakkını vermek adına, yani ne zaman ne yapması gerektiği hakkında Allah'tan bir işaret (ayet) istiyor. Akşam namazının işareti güneşin batması olduğu gibi, Hz Zekeriyya da bir çocuğu olması için kendi iradesine düşeni yapmak için Allah'tan bir işaret istiyor. Demiyor ki "Tamam o zaman. Ben bekliyorum, leylekler getirsin bebeği."

Hz İsa'nın da bu konudaki bir tecrübesini Matta'dan öğreniyoruz  (Matta 4, 5-7). Aynı anekdot, bu konudaki bazı İslam'i eserlerde de geçmektedir. Hz İsa'nın sözlerinden şunları anlıyoruz: yüksek bir yerden atladığında parçalanıp öleceğini akıl gözü ile sana gösteren Allah, kendi kuralını ortaya koyuyor. O bunu yaptıktan sonra ve sana aksi yönde açık bir bildirim (ayet) gelmediyse, "acaba gerçekten öyle mi"  veya  "öyle diyor ama ben başkaları gibi değilim" diyemezsin. Herkes ve herşey için geçerli olan Allah'ın kanunu senin için de geçerlidir.

Bütün bu örneklerden ortaya çıkan bir husus, bu peygamberlerin, sebeplere riayeti Allah ile konuşma-irtibat vesilesi görmesidir. Yani eğer Allah seninle konuşarak muhatap oluyorsa, ondan sözle iste. Eğer Allah seninle tabiat kanunları üzerinden muhatap oluyorsa, o kanunları kullanarak O'nunla konuş, isteyeceğini o dilde iste. Neticede, hangi dilde istenirse istensin, duaları işitip cevap veren ve kuluna yardım eden O'dur.


"Hak olan çağrı (dua, ibadet) yalnızca O'na (olan) dır. Onların Allah'tan başka çağırdıkları ise, onlara hiç bir şeyle cevap vermezler. (Onların durumu) yalnızca, ağzına gelsin diye, iki avucunu suya uzatan(ın boşuna beklemesi) gibidir. Oysa ona gelmez. Küfre sapanların duası, sapıklık içinde olmaktan başkası değildir." (Rad 14)

"Allah’tan başkasına dua edenden daha dalâlette kim vardır? Kıyâmet gününe kadar, ona kimse icabet etmez. Ve onlar (putlar), onların dualarından gâfildirler (habersizdirler)." (Ahkaf 5)






No comments:

Post a Comment