Tuesday, September 27, 2016

Küçük Mütefekkir (1)


Benim küçüklüğümde tarih dersleri farklı okutulurdu. Sadece geçmiş değil, zamanın tamamı okutulurdu. Tamamı deyince, geçmiş gelecek hepsi dahil. Akşamları haberlerden sonra da hava durumuna ek olarak gelecek durumu verilirdi. İnsanların o gün yaptıklarına göre ülkenin, dünyanın geleceği hakkındaki gözlemler aktarılırdı.



Geleceği gözlemlemek için kullanılan alete fütüroskop deniyordu. Fütüroskop kullanılarak geleceğin nasıl sürekli değiştiğini seyredebiliyordunuz. Böyle olunca da insanlar genellikle ayaklarını denk alıyorlar, iradeli davranmaya çalışıyorlardı. Ama bazen, "tek bir kişiden bir şey olmaz" deyip kendi menfaatini her şeyin önünde tutan birileri veya "gelecek tahminleri de hava tahminlerinden farklı değil; yanılma payı var" deyip şu anki az ve geçici kazancı gelecekteki çok ve kalıcı kazanca tercih eden birileri çıkıyordu. Bunların yaptıklarının zamanda oluşturduğu fırtınalardan dolayı bütün toplum sarsılıyordu ve bu fırtınaların gelişini gün be gün fütüroskopla görebiliyorduk. Bunun mukabilinde yapılmaya çalışılanlar bazen işe yarıyordu bazen ise ne yapılırsa yapılsın, o fırtına göz göre göre geliyordu. O yüzden, başta da dediğim gibi, tarih derslerinde hem geçmiş hem gelecek anlatılıyordu ki yeni nesiller tarihi, uygulamalı ve deneysel olarak öğrensin.

Yine de fütüroskop görüntüleri neye kimin neden olduğunu saptayacak netlikte olmadığı ve herkesin yaptıklarının kollektif sonucunu gösterdiği için, yaptığı kötülükler yanına kâr kalan tipler olmuyor değildi. Ve onların varlığı, diğer başkalarını da "bişi olmaaaz" demeye sevkedebiliyordu. Fakat her şeye rağmen, uzun vadede stabil olan ve içindeki şerleri ve fitneleri sindirebilen bir toplumduk ve fütüroskopun bunda etkisi büyüktü.

Benim gibi bu işin meraklıları, kendi evlerine de bir fütüroskop alıyordu. Olacak hadiseleri gözlemlemeye çalışarak kendimizi ve arkadaşlarımızı hazırlamaya çalışıyorduk. Ama takdir edersiniz ki bizzat bizim bu yaptıklarımız, geleceği tekrar değiştirdiği için aşırı uzun vadeli tahminlerde bulunmak kolay olmuyordu. Buna bir tür zamansal türbülans diyebilirsiniz.



Böyle gözlemlerimin birinde, kendimi bir kitap yazarken gördüm. Bana çok garip ve ilgi çekici geldi bu  hal, çünkü o sıralarda öyle bir düşüncem yoktu. Fütüroskobumun ayarlarını değiştirerek neler yazdığımı görmeye çalıştım. Fakat zamanın dalgaları çok şiddetli olduğu için yazılanları sürekli değiştirip birbirine karıştırıyordu. Bir müddet bekledim belki fırtına durulur diye, ama nafile. "Yarın aynı gelecek hala geçerli olursa, o zaman tekrar bakmayı denerim" dedim kendi kendime. İşin enteresanı, aletten gördüklerime rağmen, aklımda hâlâ ne bir kitap ne de bir başka eser fikri oluştu.

Ertesi gün tekrar görmeye çalıştım kendimi ve kitabımı, ama artık yok olmuştu. Ne yazdığım kitap ne de ben, hiç bir yerde görünmüyorduk. Düşündüm ne olmuş olabilir diye. Acaba kitaptan vaz mı geçmiştim? Yoksa seyahate falan mı çıkmıştım?... Neden sonra bambaşka bir fikir geldi aklıma ve bir anda tüylerim diken diken oldu. Acaba kitabı yazmaya başlamadan önce ölecek miydim?



Bu düşünce beni çok sarstı. Daha oniki yaşımdaydım... Bir kaç gün boyunca, yedi aylık bebeğini düşük yapmış anne gibi dolaştım ortalıkta. Fütüroskobuma bakmak da hiç içimden gelmedi. Fakat sonra, yeni bir fikir geldi aklıma. Ölümsüz bir yaratık olup da sonradan ölümlü hale geliyor değildim! Eğer kitabımın yazılamamasının arkasındaki neden ölümümdüyse, anormal bir durum yoktu. Belki benimkisi, sonsuza uzanan hayallerime ket vurulmasındandı. Ölüm tarihim üç aşağı beş yukarı belli olunca, artık 100-200 senelik planlar yapamayacak, dünyayı, insanlığı avucumun içinde evirip-çeviremeyecektim, o kadar. Hem sonra fütüroskopta görülenlerin yüzde yüz olacağı ne malum! Onun gösterdikleri, sürekli değişen gelecek değil mi?

Bu şekilde sakinleşince, acaba ne yapsam diye düşünürken, belki de bir kitap yazmalıyım diye düşündüm. İyi ama ne kitabı? Daha oniki yaşıma yeni basmışken ne yazabilirdim? Bu konuda bana fikir verebilecek birilerini bulma ümidiyle biraz dolaşmaya karar verdim. Ya çok okuyan birilerini bulmalıydım ya da yazan birilerini. Etrafımda okuyan insanlar vardı da, yazan insan bulmak... İşte en zoru oydu. Genellikle geçmişte yazılmış kitaplar okunuyordu ve onların yazarları da çoktan ölmüştü. Ölü insanlarla nasıl konuşabilirdim ki?

Bizim tarih derslerinin birinde "iki zaman sahibi" lâkaplı birini öğrendim. Ona bu ismin verilmesinin hikmeti ne olabilirdi ki? Öğretmenimize sordum. O kişinin peygamber olabileceği ve zamanda yolculuk gibi bir mucizesinin olabileceği ihtimali üzerinde durdu. Böyle bir şeyin düşüncesi bile bütün hayal dünyamın nükleer reaksiyonlar geçirmesine ve gama ışınları saçarak bir kara delik gibi bütün benliğimi yutmasına yetmişti. Acaba onu görebilir miydim? Acaba yaşadığı ikinci zaman, bizim zamanımız veya fütüroskopta görebileceğim bir zaman olabilir miydi?... Ve acaba gelecek hayatımdan kitabımla beraber kaybolmam, iki zaman sahibiyle beraber zamanda seyahate çıkmamdan olabilir miydi?







No comments:

Post a Comment