Thursday, September 15, 2016

Rezilyansınız yüksek mi?


Eğer malzeme veya makine mühendisliği tarzı teknik bir altyapınız yoksa, rezilyans kelimesini daha önceden duymamış olabilirsiniz. Bir malzemeye yük bindirilip sonra kaldırılınca, o malzemenin orijinal şekline ve özelliklerine kavuşmasına rezilyans denir. Mesela bir lastği sündürüp bıraktığınızda, eski şeklini ve eski elastik halini almasını beklersiniz. Ama bu sündürüp bırakma işini bir kaç yüz kere veya bir kaç bin kere yaptığınızda, artık bir miktar uzamış ve elastikliğini kaybetmiş görürsünüz. Lastik artık halinden bezmiştir, yorulmuştur. Vücudunda hayatın yükünü taşımaktadır, o yüzden her tarafı sarkmıştır... Peki bu kavram insan karakteri ve dünya hayatı için ne ifade eder?


Öncelikle bu kelimeye daha anlaşılır bir Türkçe bulalım. İnsan bağlamında düşününce bir iyi yönde bir kötü yönde olmak üzere iki farklı şekilde çevrilebilir aynı kavram. İyi yönde "istikamet", kötü yönde "bağnazlık". Bunları beğenmediyseniz, iyi yönde "kararlılık", kötü yönde "gericilik". Her insanda bu damarlar az-çok mevcuttur. Fakat bazı insanlarda veya toplumlarda başkalarına nazaran daha da kuvvetli olabilir.

Tabi ki böyle kararlılık-gericilik şeklinde çevirince, hiç kimse gericiliği kendine yakıştırmaz, kararlı ve değerlerine bağlı bir insan olduğunu söyler. Bu yazının bundan sonrası, gericiliği sadece başkalarında arayan ve hiç bir şekilde kendine yakıştırmayanlar için değil. Buraya kadar okudukları için kendilerine teşekkür ediyoruz, haklarını helal etsinler.






Eğer buraya kadar geldiyseniz ve okumaya devam ediyorsanız, gerici olmanız ihtimalini incelemek istiyorsunuz demektir. Ve eğer gericiliğe dair bir şeyler farkederseniz kendinizde, bunları izale etmeye niyetiniz var demektir. En azından ben öyle kabul ediyorum.

"Muhakkak ki senin Rabbin elbette gözleyendir. Fakat insan, ne zaman Rabbi onu imtihan edip, böylece ona ikram eder ve onu ni’metlendirirse, o zaman: “Rabbim bana ikram etti.” der. Ve fakat, ne zaman onu imtihan edip, böylece onun rızkını ölçülü verirse (daraltırsa), o zaman: “Rabbim bana ihanet etti.” der." (Fecr, 14-16)
"Hangi memlekete bir peygamber göndermişsek, mutlaka ora halkını yalvarıp yakarsınlar diye bir takım sıkıntı ve şiddetle hırpalamışızdır. Sonra kötülüğün yerini iyilikle değiştirdik, öyle ki onlar, çoğaldılar ve: "Atalarımıza da (bazan) şiddetli sıkıntılar (bazan da) refah ve genişlikler dokunmuştu" dediler. Bunun üzerine, biz de onları kendileri hiç şuurunda değilken apansız kıskıvrak yakalayıverdik." (Araf, 94-96) 
"Ve azap üzerlerine geldiği (vuku bulduğu) zaman: “Ya Musa (Allah’ın) seni sahip kıldığı ahd (nübüvvet ahdi) sebebiyle bizim için Rabbine dua et. Eğer bizden azabı kaldırırsan, biz sana mutlaka inanırız ve mutlaka İsrailoğullarını seninle beraber göndeririz.” dediler. Böylece onlar, o ecele (sona) ulaşana kadar onlardan azabı kaldırdığımız (açtığımız) zaman, onlar sözlerini nakzediyorlar (sözlerinden dönüyorlar)." (Araf 134-135)
"Ve insana bir zarar dokunduğu zaman, Rabbine yönelerek ona dua eder. Sonra (Allah) kendinden bir ni’met lütfettiği zaman daha önce ona dua ettiğini (yalvardığını) unutur. O’nun (Allah’ın) yolundan saptırmak için Allah’a eşler kılar. " (Zümer, 8)
"İnsana bir zarar dokunduğu zaman Bize dua eder. Sonra ona tarafımızdan bir ni’met gönderdiğimizde: "Bu ancak bana bir ilim üzerine verildi." der." (Zümer, 49)
"Veya azabı gördüğünüz an: "Keşke benim bir kere daha (fırsatım) olsaydı, o zaman muhsinlerden olurdum." diyenlerden (olmayın)." (Zümer, 58)  



Bunlar ve benzeri ayetler gösterir ki insanoğlunun bir zayıflığı şudur: kendisine bir zorluk dokununca, hemen Rabb'ine yönelip, eğer bu musibet kendisinden kaldırılırsa gayet takvalı bir şekilde yaşayacağını söyler, yatar-kalkar dua eder; ama feraha kavuşunca bütün o verdiği sözleri, kıvranmaları unutur. Bunlar, dünya hayatına ait olmakla beraber aynı karakterin ölüm sırasında ve ahiretteki hesapta da nüksedeceğini görüyoruz:

"Onların birine ölüm geldiği zaman: “Rabbim, beni geri döndür.” dedi. “Böylece (geri gönderdiğin taktirde) terkettiğim salih amelleri (nefsi tezkiye edici ameli) işlerim.” Hayır, muhakkak ki onun söylediği söz, sadece (boş) bir kelimedir." (Mü'minun, 99-100)
"O günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri, "Rabbimiz! Gördük duyduk, şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artık kesin olarak inandık" diyecekleri zamanı bir görsen!" (Secde, 12)

Bu son ayetlerle öncekileri birleştirince önemli bir nokta açığa çıkıyor. Demek ki gerçekten Allah CC bu tip insanlara bir fırsat daha verse, musibet başından kaldırılınca geri dönenler gibi tekrar sapıtacaklar; ve bu karakterin katılaşmış, sabitleşmiş olmasından dolayı da ebedi azap hak olmuştur.

Konumuza geri dönersek, bu ayetlerin bütününe bakılınca da şu açığa çıkar ki gericilik bir kafir özelliğidir. Şimdi denebilir ki, "biz, çok şükür, kafir falan değiliz ki!" O zaman bir de şu ayete bakalım:

"Sana her gelen iyilik Allah’tandır; başına gelen her kötülük de nefsindendir. " (Nisa, 79)

Başımıza bir musibet geldiyse, demek ki bize bakan bir nedeni var, onun. Kafir olmasak da, etraftaki insanların zulmünden de kaynaklansa, başımızda bir musibet varsa, kader açısından bakıldığında bunun bize bakan bir yönü var demektir. Şimdi anahtar konumundaki bir kaç düşünce şöyle.

Eğer bir musibet varsa ve kalkmıyorsa, biz de kendimizde hata görmüyor ve görmemekte ısrar ediyorsak, Allah'ın bizi hidayet etmek istediği yola çıkmamak için ayak diriyoruz demektir. Yani eski halimizi korumak istiyoruz demektir! Halbuki, insanlar kendilerini değiştirmedikçe, Allah da onların halini değiştirmez ki!

"Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur." (Rad, 11)



İkincisi, insanlar zulmetse bile kader adalet eder. Dolayısıyla, içinde bulunduğumuz durumla ilgili insanların söylemlerinin yanlışlığına odaklanmak, bizi kendi yanlışımızı görmekten alıkoymamalı. Nitekim, Kuran-ı Kerim'de Rabbimiz sürekli, musibet zamanlarında bizleri sıkıntıya değil salih amel işlemeye, aksiyonda bulunmaya çağırır.

"Peygamber ve onunla beraber mü’minler, 'Allah’ın yardımı ne zaman?' diyecek kadar darlığa ve zorluğa uğramışlar ve sarsılmışlardı. İyi bilin ki, Allah’ın yardımı pek yakındır. Sana Allah yolunda ne harcayacaklarını soruyorlar. De ki: 'Hayır olarak ne harcarsanız o, ana-baba, akraba, yetimler, fakirler ve yolda kalmışlar içindir. Hayır olarak ne yaparsanız, gerçekten Allah onu hakkıyla bilir.' " (Bakara, 214-215)
"Ve fakat, ne zaman onu imtihan edip, böylece onun rızkını ölçülü verirse (daraltırsa), o zaman: “Rabbim bana ihanet etti.” der. Hayır, bilâkis siz yetime ikram etmiyorsunuz. Ve yoksulları doyurma konusunda birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Ve size bırakılan mirası hırslı bir yeyişle yiyorsunuz. Ve malı aşırı bir sevgiyle seviyorsunuz." (Fecr, 16-20)
"Rabbin seni terketmedi ve darılmadı... O halde yetime haksızlık yapma veya yetime yüzünü ekşitme. İsteyip dileneni azarlayıp çıkışma. Rabbinin nimetini de durmadan anlat." (Duha, 3, 9-11)
"Şüphesiz güçlükle beraber bir kolaylık vardır. Gerçekten, güçlükle beraber bir kolaylık vardır. O halde, bir işten ayrıldığında hemen bir başka işe koyul;" (İnşirah, 5-7)
Üçüncüsü, baktığımız halde kendimizde yanlış göremiyorsak n'olacak? Bu demektir ki ya yanlış yere bakıyoruz ya da bakış açımızda, doğruluk kriterlerimizde hata var. Yani zihninizi ve yaşam tarzınızı kökten değiştirmenizi gerektirecek esaslı bir durum söz konusu olabilir. Mesela o kadar esaslı ki belki binlerce yıllık tarihinizden, belki yaşadığınız zamanın şartlarından dolayı farkına bile varmadığınız şekilde her yerinizi işgal etmiş ve normalleşmiş bir mesele olabilir.

Dördüncüsü, eğer yanlışlarımızı görmezsek n'olur? Bir şekilde musibet geçtiğinde biz, eski halimize döneriz, ki bu durumda yeni, ve belki de daha büyük, musibetlere davetiye çıkarmış oluruz.

Bütün bu düşünceler ne kadar doğrudur, Allah bilir. Fakat her halükarda şu soruyu sormak gerektir: "ben ne kadar değiştim bu işin başından beri?" Böylece kendimizi değişim hususunda uyanık ve gayretli tutabiliriz. Musibetin kaderdeki asıl vazifesi yerine geldikten sonra o zaten gidecektir.




Sonuç olarak, hastalıklar, musibetler hayatta kaçınılmaz olduğuna göre, ve bunların her birinin kader açısından bir hikmeti olduğuna göre, o hikmetleri yakalayıp onlara göre kendimizi değiştirme, yenileme yoluna gitmek, böylece hayır üzere "kararlı" olup "gericilik" hastalığından uzak durmak gerektir.







No comments:

Post a Comment