Saturday, February 4, 2017

Nisa 34'le İlgili Düşünmediklerimiz


Bu yazının asıl konusuna girmeden evvel, biraz uzunca bir giriş yapmak ihtiyacı hissediyorum. Efendim denir ki, bir sözün değerini anlamak için "kim demiş, kime demiş, hangi makamda demiş, ne demiş" şeklinde 4 sorunun cevaplanması gerekir. Buna benzer şekilde, bir sözün doğru anlaşılması için de kimin dediğine, kime dediğine, hangi bağlamda dediğine ve ne dediğine bakılması gerekir. Kuran'daki ayetler özelinde konuşursak, bu soruları şu şekilde açmak mümkündür:


1- Kuran, tamamıyla Allah'ın kelamıdır, ama bahis mevzuu noktayı çalışırken Allah'ın hangi isimlerinin ışığında okumalar yapacağız?

2- Kuran, öncelikle Hz Muhammed SAV'e inmiştir ve O, bizlere onu duyurmuştur. Dolayısıyla, Kuran, kendine ilk muhatap olan kişinin anlayıp uygulamasını garantiye alacak bir şekilde gelmiş olmalıdır. Bu noktada, iki husus öne çıkmaktadır. İlki, Kuran'a muhatap olmak için, Peygamber'in bakış açısını anlamak gerekir. İkincisi, bunun mümkün olmadığı durumlarda, O'nun Kuran'ı tatbikini yol gösterici almak gerekir. Bu iki durumdan biri olmadan Kuran'ı doğru anlamaya aday bir muhatap olmak mümkün değildir.

3- Bütün sözlerin doğru anlaşılması için, ait oldukları bağlamdan koparılmadan ele alınmaları gerekir. Bu açıdan, Kuran'daki bir ayetin doğru anlaşılması için hem Kuran'ın bütününe ait bağlamdan hem de ayetin geçtiği yerdeki özel bağlamdan koparılmaması gerekir. Özellikle ilk noktayı, yani Kuran'ın genel bağlamı noktasını, tekrar vurgulamak istiyorum, çünkü hakim olan bakışta sadece lokal bağlam vurgulanır, ki onu bile ihmal edenler olmaktadır.

4- Kuran'da kullanılan kelimelerin direk sözlük anlamları, insanların aklına yatmadığı zaman, mecaz veya ikinci/üçüncü manalara bakılmakta ve meallere de bu yorumlanmış sözcükler konmaktadır. Bu durumda da ayetin zamanlar üstü içeriği, insanların yorum süzgecinden geçtiği için mana kaymalarına veya mana kısıtlılığına maruz kalmaktadır. Bu yüzden, Kuran'dan bir ayet anlaşılmaya çalışılırken orijinalinde hangi kelimelerin seçildiği ve onların birinci/ikinci/üçüncü ve mecaz manalarının hepsini ele almak gerekir. Bu mana genişliğine vurgu sadedinde alimler demişlerdir ki "dinin naslarıyla çatışmadığı müddetçe, Kuran'dan çıkarılan bütün manalar muraddır." Dolayısıyla aynı ayetin birden fazla manası olabilir, veya farklı zamanlarda, farklı şartlarda farklı yorumlar mümkün olabilir. Bu çeşitlilik içerisinde sapıtmamak için de insana ölçü olarak sünnet, Kuran'ın genel bağlamı ve ayetin özel bağlamı ışık tutacaktır.


Bu açıklamalardan sonra belirtilmesi gereken bir diğer husus da, Kuran'ı anlamak isteyen kişinin yalnız olmadığıdır. Allah'ın kelamını anlayıp hayatına uygulamak isteyen, yani Kuran'a muhatap olmak için samimi gayret sarfeden, bu noktada Allah'a karşı sevgi ve saygı içerisinde titreyen bir kalbin sahibine yol gösterici bizzat Allah CC'dur.
"Bu muazzam kitabı sana indiren O'dur. Onun âyetlerinin bir kısmı muhkem olup bunlar Kitabın esasıdır. Âyetlerin bir kısmı ise müteşabihtir. Kalplerinde eğrilik olanlar sırf fitne çıkarmak, insanları saptırmak ve kendi arzularına göre yorumlamak için müteşabih kısmına tutunup onlarla uğraşır dururlar. Halbuki onların hakikatini, gerçek yorumunu Allah'tan başkası bilemez. İlimde ileri gidenler: “Biz ona olduğu gibi inandık. Hepsi de Rabbimizin katından gelmiştir. ” derler. Bunları ancak tam akıl sahipleri düşünüp anlar ve şöyle yalvarırlar: Ey bizim kerîm Rabbimiz, bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi saptırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz bağışı bol olan vehhab Sensin Sen! Sen, geleceğinde hiç şüphe olmayan bir günde bütün insanları bir araya toplayacaksın. Allah sözünden asla dönmez." (Ali İmran, 7-9)
Yukarıdaki ayette gözümüze çarpan iki özellik, gerçek ilim ehli olanların "doğru bundan ibarettir" tarzı bir dışlayıcılığa ve gurura düşmemeleri ve kendilerince doğru olduğunu düşündükleri şeyle ilgili de hata payını gözden kaçırmamaları. Yani kısaca, Kuran uzayında yeni keşiflere yelken açarken Allah korkusunun tevazu olarak ete kemiğe bürünmesi...

Buraya kadar konuştuklarımızı özetlemek gerekirse, Nisa Suresi 34. ayet de dahil, bütün ayetlerin doğru anlaşılabilmesi için öncelikle Kuran'a muhatap olma kalitesine yükselmek lazım, sonra da işin edebine, âdâbına uygun olarak anlamaya çalışmak lazım.


Şimdi bu girişten sonra, asıl konumuza gelelim. Nisa Suresi 34. ayetle ilgili farklı tartışmalar, yorumlar dolaşmakta. Konuyla ilgili açıklamalara girmeden evvel, ayetin meşhur mealini ve buna bina edilen tartışma başlıklarını kısaca görelim:

"Allah'ın insanlardan bir kısmını diğerlerine üstün kılması sebebiyle ve mallarından harcama yaptıkları için erkekler kadınların yöneticisi ve koruyucusudur. Onun için sâliha kadınlar itaatkârdır. Allah'ın kendilerini korumasına karşılık gizliyi (kimse görmese de namuslarını) koruyucudurlar. Baş kaldırmasından endişe ettiğiniz kadınlara öğüt verin, onları yataklarda yalnız bırakın ve (bunlarla yola gelmezlerse) dövün. Eğer size itaat ederlerse artık onların aleyhine başka bir yol aramayın; çünkü Allah yücedir, büyüktür." (Diyanet Vakfı meali)

Bu mana üzerine öne sürülen itirazlar ise şu şekilde özetlenebilir:
1- Erkekler, kadınlardan niye üstün olsun ki?
2- Kadının iyiliğinin ölçüsü, mutlak manada erkeğine itaat etmesi midir?
3- Dövmek kabul edilebilir bir uygulama olamaz!

En başta dile getirdiğimiz muhataplık kalitesini ve bir kelamı anlamaya yönelik dört prensibi kullanarak bu ayeti anlamaya ve ilgili itirazları açıklığa kavuşturmaya çalışalım.


Öncelikle bu ayette, bir takım koşullara bağlı olarak erkeklere verilmiş bir sorumluluk söz konusudur. Bu sorumluluk nedir: kavvâmûn olmak. Kavvam kelimesi Türkçe'ye çevrilirken "üstün, koruyucu, sorumlu, yönetici, üstünde söz sahibi, gözetici, idareci, hakim" gibi manalar verilmiştir. Ahmet Tekin meali ise, kelimenin farklı izdüşümlerini etraflıca sıralayarak daha doğru bir çeviri sunmuştur:
"ailede, aileyi ayakta tutmakla, eğitimlerini, gelişmelerini, aile fertlerinin İslam’da sebatını temin ile mükellef; denetleyerek sorumluluklarının gereğini yapmalarını sağlayan, hizmet eden, ailede işleyen, kalıcı bir düzen kuran, sorumlu meşrû bir otorite sahibi, aile reisidirler"
Kavvam kelimesi, kıvamına erdiren manasına gelmektedir aslında. Fakat bir insanı kıvamına erdirmek diye bir genel kullanım olmadığı için, meal veya tefsir yazanlar, kendi zamanlarında ve coğrafyalarında hakim olan kültür ve paradigmalara göre, ve tabi ki kendi bilgi birikimlerine göre, manalar yüklemişlerdir bu kelimeye. Halbuki, Ahmet Tekin mealinde sunulduğu üzere, üstünlükten ziyade bir sorumluluk tarafı vardır bu kelimenin. Benzer bir karmaşa, başka ayetlerle ilgili olarak da ortaya çıkmakta ve yanlış anlaşılmalara ve gereksiz itirazlara sebep olabilmektedir.


Öte yandan, verilen bu vazifenin iki tane de ön koşulu vardır. Yani "her XY kromozomlu homo sapiens yaratığı, kavvamdır" diye bir durum söz konusu değildir. Peki o koşullar nelerdir? Öncelikle, ayetin başında belirtildiği üzere, fıtri olarak kabiliyetli oldukları yönlerde onlara bir vazife düşmektedir. Bu açıdan bakıldığında, "o zaman kadınların da kendi fıtri üstünlükleri yönüyle erkeklere üstünde kavvam olmaları gerekmez mi" diye de bir soru sorulabilir ve çok da güzel olur. Bu durumda da gerek bu ayet gerekse başka ayetlerin yorumu için biyolojik erkeklik değil fonksiyonel erkeklik kavramı ortaya çıkacaktır. Fonksiyonel erkeklik terimini sevmediyseniz, daha farklı bir isim bulabilirsiniz.

Ayette verilen vazifenin ikinci önkoşulu ise erkeklerin kadınlar için yaptıkları harcamalardır. Bu noktada, insanların ihtiyaçlarının (lükse kaçmadan) yeterince karşılanması ve elbette yapılan harcamaların helalinden kazanılıp helalinden harcanması gerekir. Peki bu açılardan müslümanların genel durumu nasıl? Konumuzla alakalı iki çalışmadan faydalanarak bu soruyu cevaplamaya çalışalım. İlki, ülkelerin ekonomik İslâmîlik endeksi. 2010 yılında yapılan bu çalışmada, İslam'da geçen ekonomik esaslar kriter olarak kullanılmış ve dünyadaki bütün ülkeler sıralanmış. Her ne kadar o günden bugüne işler daha iyiye gitmemiş olsa da, ilk 76 ülkenin sıralaması şöyle:


Müslüman ülkeler, bu İslâmî ekonomi listesinin ilk sıralarında yer almıyorlar; enteresan değil mi?

İkinci olarak, yeni açıklanan yolsuzluk algısı endeksini dikkatlerinize sunmak istiyorum. Bu çalışmada ölçülen, bir ülkedeki yolsuzluk değil, ülkenin bizzat kendi insanlarının kendi ülkeleri hakkındaki yolsuzluk algısı. Yani sizin ülkenizi bir başka ülke insanı değil bizzat siz değerlendiriyorsunuz. Buna göre bakın durum nasıl:


Yukarıdaki şekilde renk kırmızılaştıkça, yolsuzluk algısı artıyor. Bu sonuçlar 2016 yılına ait. Önceki yıllarla kıyaslamak isterseniz, detaylı sonuçları yukarıdaki linkten bulabilirsiniz. Yolsuzluk algısı sonuçlarına göre yolsuzluk, müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerin de dahil olduğu bir grup ülkede yüksek; ve durum iyiye gitmiyor.

Şimdi kendimize soralım. Müslüman ülkelerde geleneksel olarak erkeklerin ekonomiyi çevirdiği ve kadınların bağımsız ekonomik güçlerinin olmadığı gerçeğini göz önünde bulundurursak, yukarıdaki çalışmalar gösteriyor ki erkekler, kadınlar için hiç de İslamî bir ekonomik altyapı sunamamaktadırlar. Bu durumda da bizzat kendileri kıvama erdirilmeye muhtaç olan erkekler, kadınlar için o vazifeyi yapabilirler mi? O zaman bu ayetten illa erkekler için bir mana çıkarılacaksa o da erkeklerin adam olup haram ve kul hakkından kaçınmaları gerektiğidir. Kendisi yan gelip yatarken bir de üstünlük davası güden erkekler içinse, Allah insaf versin diyelim...

Üçüncü bir husus da, ayetin sonunda Rabbimiz'in bize verdiği ışık kaynakları. Yani, hangi ismin ışığında bu ayeti değerlendirmemiz, anlamamız gerekiyor diye sorduğumuzda aldığımız cevap: Aliyy ve Kebir. Yani Allah'ın üstün oluşu ve kibrin sadece Allah'a mahsus oluşu. Açıkça belirtiliyor ki "size Allah'ın verdiği sorumluluk veya fıtratlarla kendinizin üstün olduğu yanılgısına kapılmayın, çünkü asıl üstünlük ve büyüklük Allah'ındır." Dolayısıyla, kavvamlık vazifesini yaparken kendimizin büyüklüğü, üstünlüğü gibi hislere kapılıyorsak veya o manaya gelecek tavırlar sergiliyorsak, Allah'a ait olanı kendimize atfediyoruz demektir. Kaş yaparken göz çıkarıyoruz demektir.


Şimdi, buraya kadarki incelememiz sırasında ipuçlarını verdiğim bir kaç kavram üzerinden konuyu daha da genişletmek istiyorum. Bugünlerde olduğu gibi Kuran'ın nazil olduğu zamanda da kadınlar ara sıra Peygamber Efendimiz'e SAV gelmişler ve Kuran'ın muhatabının hep erkekler olmasından dolayı sıkıntılarını dile getirmişlerdir. Enteresandır ki bu yakınma ne zaman olsa, direkt ayet nazil olarak durumun öyle olmadığını belirtmiştir. Hatta bazı ayetler, erkek ve kadınlara aynı vazifeleri yüklerken ikisini de teker teker zikretmiştir (örneğin Bakara 187, Âli İmran 195). Böylece, Kuran'ın birincil/ana muhatabının erkekler olmadığı, sözün sahibi tarafından açıklanmıştır. Ama öte yandan, gramer olarak baktığınızda ise, muhatabın erkekler gibi görünmesi söz konusudur. Burada bir zıtlık söz konusu değil midir? Değilse çözüm nedir?

Başka ayetler üzerinden bu soruya cevap bulmaya çalışalım:
"Mü'minlerden öyle kimseler vardır ki, Allah'a verdikleri sözde durdular. Onlardan kimi adağını yerine getirdi ve şehid oldu, kimi de şehitliği beklemektedir. Verdikleri sözü münafıklar gibi değiştirmediler." (Ahzab, 23)
Bu ayette geçen "kimseler" kelimesinin Arapça orijinalinde ricalün ibaresi vardır, aynen Nisa 34'te olduğu gibi. Pek çok meal, Ahzab 23'ün mealini verirken "öyle adamlar, öyle erler, öyle delikanlılar, ..." tarzı ifadelere yer verirler, ki rical kelimesi sözlükte erkek demektir. Fakat her halükarda buradan kalkıp da kimse, yiğitliği veya Allah'a verdiği sözde durma işini erkeklere has kılmaz. Yiğitlik, kadın-erkek herkeste olabilir. Allah'a verdiği sözde sabır göstermek herkeste olabilir.
"öyle kimseler vardır ki, bunları ne ticaret, ne de kazanma hırsı, Allah'ı anmaktan, namaza devamlı ve duyarlı olmaktan ve zekat vermekten alıkoyabilir. Onlar, kalplerle gözlerin dehşetle ters döneceği günden korkarlar." (Nur, 37)
Yine bu ayetin başında geçen "kimseler" ifadesinin orijinali ricalün'dür. Bir takım mealler bu kelimeyi sözlük manasına sadık kalarak "adamlar, erler" şeklinde çevirse de pek çoğu, "kimseler" ifadesini kullanır. Ama hiç kimse de bu ayetten hareketle dünyalık kazanma hırsının namaza ve zekata engel olamaması faziletini erkeklere has kılmaz. Bu genel bir fazilettir, herkeste olabilir.

O zaman karşımıza şu çıkıyor. Bu ayetlerde geçen "rical" kelimesi, fonksiyonel bir ifadedir. Yani kromozomlarında XY olan herkes yiğit olamadığı gibi, kromozomları XX olan kişiler yiğit olamaz diye bir şey yoktur. Veya aynı şekilde kromozomlarında XY olan herkes ibadet-dünya dengesini kuramayabilirken kromozomlarında XX olanlardan da bu dengeyi gayet güzel kuranlar çıkabilir.


Yine teyemmüm iznine zemin teşkil eden Nisa Suresi 43. ayetteki "kadınlarınıza dokunduysanız" ifadesinden yola çıkıp, hiç kimse teyemmüm izninin erkeklere has olduğunu iddia etmez. Aksine, erkek zamiriyle verilen bu örnek, genel bir izindir.
"Eğer hasta veya yolculukta iseniz ya da biriniz ayak yolundan (hacet yerinden) gelmişseniz yahut kadınlara dokunmuş da su bulamamışsanız, bu durumda, temiz bir toprakla teyemmüm edin, (hafifçe) yüzlerinize ve ellerinize sürün." (Nisa, 42)
Farklı bir örnek de, kadınlara ait bir gramer kullanımından gelsin:
"İşte o gün kişi kardeşinden, annesinden, babasından, eşinden ve çocuklarından kaçar." (Abese, 33-36)
Hesap gününden bahsedilen bu ayetlerde, "eşinden" ifadesi, aslında "karısı" manasına gelen "sahibetihi" kelimesinin çevirisidir. Ama bu tek yönlü gözüken ifadeden yola çıkıp, hesap gününde kocaların karılarından kaçacağı ama karıların kocalarından kaçmayacağı gibi bir yoruma gitmeyi kimse aklından geçirmemektedir. Demek ki bu kullanımda başka bir mana saklıdır. Allah bilir bu kullanımın bir hikmeti, erkeklerdeki ferdiyetçilik karakterine gönderme yaparak, hesap gününde kadın-erkek herkesin kendi başına olacağı ve birbirinden yardım alamayacağı manasına vurgu yapmaktır.

Bu incelemeyi devam ettirmeden önce bir noktayı netleştirelim. Ayetlerde geçen gramer veya kelime seçimlerine rağmen anlamın farklı yönde olması gerektiği sonucuna nasıl ulaşırız? Cevap açık: akıl-mantık-vicdan. Salim akılla düşünen ve zorlamalı yollara girmek istemeyen herkes bunu görebilir. Burada kastedilen yaklaşımı fonksiyonellik olarak tanımlayalım. Pekiyi, bu farklı anlamları bulmaya çalışırken yanlış yolda olmadığımızı nasıl bilebiliriz? Kısaca formüle etmek gerekirse: 1- yanlış yapmış olma ihtimalini göz ardı etmeden tevazu ile adım atarak ve farklı görüşlerin varlığına saygı duyarak, 2- Kuran'daki temel ve açık esaslarla zıtlığa düşmeyerek, 3- Daha doğrunun farkına varıldığında egoları konuşturmak yerine değişim yönünde irade gösterip Allah'a tevbe ederek.

Yukarıda yaptığımız fonksiyonelliğe ait kısa açıklamanın güzel bir örneği, savaş atları yetiştirme bağlamında görülebilir:O halde onlara karşı toplayabildiğiniz kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, bununla hem Allah’ın, hem de sizin düşmanınız olan bu insanları, hem de sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiği başka düşmanları yıldırıp caydırabilesiniz; ve bilin ki, Allah yolunda her ne sarfederseniz, size bütünüyle ödenecek ve size haksızlık yapılmayacaktır.O halde onlara karşı toplayabildiğiniz kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, bununla hem Allah’ın, hem de sizin düşmanınız olan bu insanları, hem de sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiği başka düşmanları yıldırıp caydırabilesiniz; ve bilin ki, Allah yolunda her ne sarfederseniz, size bütünüyle ödenecek ve size haksızlık yapılmayacaktır.O halde onlara karşı toplayabildiğiniz kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, bununla hem Allah’ın, hem de sizin düşmanınız olan bu insanları, hem de sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiği başka düşmanları yıldırıp caydırabilesiniz; ve bilin ki, Allah yolunda her ne sarfederseniz, size bütünüyle ödenecek ve size haksızlık yapılmaya
O halde onlara karşı toplayabildiğiniz kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, bununla hem Allah’ın, hem de sizin düşmanınız olan bu insanları, hem de sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiği başka düşmanları yıldırıp caydırabilesiniz; ve bilin ki, Allah yolunda her ne sarfederseniz, size bütünüyle ödenecek ve size haksızlık yapılmayacaktır.

O halde onlara karşı toplayabildiğiniz kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, bununla hem Allah’ın, hem de sizin düşmanınız olan bu insanları, hem de sizin bilmediğiniz, ama Allah’ın bildiği başka düşmanları yıldırıp caydırabilesiniz; ve bilin ki, Allah yolunda her ne sarfederseniz, size bütünüyle ödenecek ve size haksızlık yapılmayacaktır.
Allah düşmanlarıyla size düşman olanları ve bunlardan başka sizin bilmediğiniz, fakat Allah'ın bildiği düşmanları korkutmak için onlara karşı kullanmak üzere gücünüz yettiği kadar kuvvet ve besili at hazırlayın, Allah yolunda ne harcarsanız size karşılığı tamamıyla ödenecektir ve asla zulme uğramayacaksınız.(8/60)
Bu ayette, açık bir şekilde savaşta kullanılmak veya politik anlamda kullanılmak üzere at beslenmesi gerektiği belirtildiği halde bugün hiç kimse bu ayeti, içinde "at" kelimesi açıkça geçtiği halde, bu yönde anlamamakta, bunun yerine fonksiyonellik açısından bakıp güncel olarak yorumlamaktadır. Yukarıda arz ettiğim ve aşağıda da aktaracağım ayetlerde ve asıl bahsimiz olan Nisa Suresi 34. ayette de aynı fonksiyonellik söz konusudur.

Örneğin, Hucurat Suresi'nden bir kullanım görelim:
"Bedeviler inandık dediler. De ki; Siz iman etmediniz, ama boyun eğdik deyin. Henüz iman kalplerinize yerleşmedi. Eğer Allah’a ve elçisine itaat ederseniz, Allah işlerinizden hiçbir şeyi eksiltmez. Çünkü Allah çok bağışlayan, çok esirgeyendir." (Hucurat, 14)
Bu ayetin başında geçen "bedeviler dediler" kısmındaki fiil çekimi (gâletil a'rabu), dişi özneye işaret etmekte iken öznenin kendisi bedevilerdir. Elbette ki bedeviler arasında erkekler ve kadınlar da vardır ama onlara bu çekimle işaret edilmesi, ayetin kalanında da ifade edildiği üzere onlardaki korku nedeniyle boyun eğme psikolojisinden dolayıdır. Yoksa onların biyolojik cinsiyetlerine işaret söz konusu değildir. Zaten tefsirlerde de, bu kullanımdan yola çıkarak bedevilerin cinsî yönelimleri bahis mevzuu olmaz.

Aynı fonksiyonel fiil çekimi kullanımı, Yusuf Suresi'nde de vardır:
"Şehirde birtakım kadınlar, “Aziz’in karısı, (hizmetçisi olan) delikanlısından murad almak istemiş. Ona olan aşkı yüreğine işlemiş. Şüphesiz biz onu açık bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler." (Yusuf, 30)
Burada da "kadınlar dediler" kısmındaki fiil çekimi (gâle nisvetün), erkek özneye işaret ettiği halde öznenin kendisi dişidir. Yine aynı şekilde buradan yola çıkarak kimse, o kadınların cinsel yönelimleri hakkında yorum yapmaz. Çünkü o kullanım, fonksiyoneldir. Allah'u a'lem bu şekilde, çıkarttıkları söylentiler vesilesiyle o kadınların oluşturduğu baskının gücüne işaret vardır.

Bir başka benzer ve enteresan kullanım da peygamberler hakkında:
Onlara gelen Rasuller: “Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında bir şüpheniz mi var? Halbuki, günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak, belli bir süreye, ömürlerinizin sonuna kadar size vâde tanımak için sizi kendisine kulluğa, imana, ibadete, itaate davet ediyor.” dediler. (14/10)
Bu ayette "rasuller dediler" ibaresindeki fiilin çekimi dişi-tekil için olmasına karşın rasuller, çoğul bir ifadedir ve Kuran'daki başka ayetler de (21/7, 16/43) rasullerin sadece erkek olduğunu açıkça belirtmiştir. Şimdi "erkek ve çoğul" olan bir gruba "dişi ve tekil" fiil çekimi uygulanmasından yola çıkarak hiç kimse kadınlardan peygamber geldiğini söylememiştir. Allah bilir buradaki kullanımın hikmeti, onların aynı mesajı getirmeleri nedeniyle yek vücut olmalarına ithafen tekillik ve o topluluk içerisindeki inkarcı güçlüler yanında zayıf kalmalarına ithafen de dişiliktir.

Demek ki, Kuran'ın bazı ayetlerini yorumlarken, her ne kadar gramer olarak sadece erkek veya sadece kadın kullanımı söz konusu olsa da mana olarak fonksiyonellik asıl olabilir. Benzer bir hususu, imamlık kavramıyla alakalı olarak başka bir blogda paylaşmıştım. Şimdi bu "fonksiyonellik" bakış açısını kullanarak asıl konumuz olan Nisa Suresi 34. ayete bakalım.

İdarecilik, üstünlük, hakimlik, vs. şeklinde çevrilen Arapça ibare olan "kavvam", sözlükte "kıvamına erdiren" manasına gelir. O zaman ayetin başında gelen "rical", XY kromozomu taşımak manasına değil, muhatabını, kendi fıtratıyla barışık şekilde Allah'ın rızasına yöneltmek, o yönde istikamete ermesine yardımcı olmak manasına gelir. (Bu detaylandırmayı, ayetin öncesi ve sonrasına ve kavvam kelimesinin ruhuna göre ben yapıyorum. Doğrusunu Allah bilir.) O zaman, bu ayetin geri kalanına muhatap olmak için öncelikle, 1- karşınızdaki kişinin fıtratını tanıyor musunuz ve 2- onun Allah'ın rızasına kilitlenmesi için öncelikle siz Allah'ın rızasına kilitlenmiş misiniz şeklinde iki ana soru karşımıza çıkar. Bu sorulara evet cevabı veremiyorsanız, ayetin geri kalanını doğru anlamanız ve doğru uygulamanız mümkün değil demektir. Dolayısıyla bu ayetin muhatabı olmaya ehil değilsiniz demektir. Bu durumda Nisa suresinin 34. ayeti, bir hedef gösteriyor: önce kendini tanı, eşini tanı ve her halükarda kendi gururunun değil Allah'ın hoşnutluğunun peşinde olma kıvamına gel!

Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) eviçi şiddet istatistikleri incelendiğinde, müslümanlar olarak kavvam olma noktasına pek de yakın olmadığımız görülür. Aşağıdaki şekilden de anlaşılacağı üzere eviçi şiddet problemi, dünya çapında bir sorun olarak öne çıkmaktadır. Ne var ki müslümanların çoğunlukta olduğu ülkelerde daha da kritik hal almaktadır. Yani, peygamberin çizgisinden ve Kuran'a muhatap olabilme kıvamından uzaklaşılmıştır.



Gerektiği gibi muhatap makamında değilsek, ne yapacağız pekiyi? O zaman yapabileceğiniz en iyi şey, o kıvamda olan birisinin yaptıklarını taklit ederek işe başlamaktır, onu ölçü almaktır. Yani kısaca Hz. Muhammed'in SAV sünnetini rehber edinmektir.

Bu açıdan peygamberimizin eşleri ile olan ilişkisine bakıldığında, tam da yukarıda bahsettiğimiz gibi "herkesi kendi fıtrat çizgisinde Allah'ın rızası yolunda kıvamına erdirme" hedefli bir hayat çizgisi görürüz. Hadislerde de "sizin en hayırlınız, kadınlarınıza en hayırlı olanınızdır" buyrulur, bu meyanda. Ve her ne kadar cahiliye devri itibariyle kadınların aşırı baskılanması söz konusu olsa da Peygamber'in hayatı süresinde kadınların toplumdaki statüsü öncesiyle kıyas kabul etmeyecek şekilde yükselmiş, sahabeler arasında "eşlerimize kötü bir şey yaparız da hakkımızda ayet iner" diye bir korku hasıl olmuştur. Dolayısıyla başlangıçta dile getirilen itirazların, bu ayete en haklı ve en liyakatlı muhatap olan Peygamber'in uygulamasında bir karşılığı olmadığı görülür. Üstünlük hususunda ise noktayı, bizzat alemlerin Rabbi koyar:
"Allah indinde en şerefli olanınız, en takvalı olanınızdır." (Hucurat 13)
Son olarak "dövme" mevzuu var. Nisa Suresi 34. ayetin farklı meallerine bakmak isterseniz bu linke gidebilirsiniz. Farklı mealleri karşılaştırdığınızda, hiç bir düşünce ameliyesi yapmadan daha, şunu göreceksiniz: azınlık da olsa bazı mealler, dövme kelimesini içermemektedir bile! O zaman, itirazlara konu olan ve tarihe mâl olmuş yorumlar, muameleler nereden geliyor? Bu sorunun cevabı kısmen buraya kadar anlatılanlar arasında verildi, kısmen de yine başka bir blogumda değindim.

Şimdi bir nefes alıp tekrar bakalım. Görüntü itibariyle itirazlara sebep olan bir ayet var. Gerçekten öyle mi diye bakınca öyle olmadığını görüyoruz. O zaman bu ayet ne demek istiyor?

Öncelikle şunu teslim etmek lazım. Her bir ayetin sayısız manası olabilir. Aşağıda dile getirilenler, bunlardan sadece biri olabilir. Doğrusunu Allah bilir.


Nasıl ki çocuğun eğitimi anne-babaya emanet edilmiştir, eşler de birbirlerine emanet edilmiştir. Veda hutbesi de ayet de (Bakara, 187) bunu açıkça ifade eder. Nisa Suresi'ndeki ayetin nazil olduğu devirlerde, erkek egemen bir toplum olduğu için kavramların o eksende algılanması, ayetin genel manasını bozmaz. Emanet edilme, birbirine hayırhah olma çift yönlüdür. Emanette emin olmanın, yani (biyolojik değil) fonksiyonel manada adam olmanın, ilk şartı da, Allah'a karşı takva sahibi olmaktır, kendini üstün görmemektir. Bu mana, yukarıda Nur ve Ahzab surelerinden alıntılanan ayelerde açıkça vurgulanmıştır.

Bu ilk şarttan sonra ikinci husus, sana emanet edilen kişide gelecek ve güvenlik endişesine sebep vermemektir. Neden? Çünkü gelecek kaygısı olan veya senin yanında güvenli hissetmeyen kişi, başka kapılardan medet umabilir, eşlerin birbirlerine karşı sadakatsizlik göstermelerine neden olabilir. Bundan dolayı kazancından veya mal varlığından harcama yaparak eşler birbirlerinde güvence sağlayacaklardır.

Bu ön şartlar sağlanırsa, yani eşler kendileri takvaya kilitlenmiş olurlarsa, hayat arkadaşlarının da aynı yolda ilerlemesi için gayret ederlerse ve ekonomik kaygılara da meydan verilmiyorsa, saliha kadının "kanitin" özelliğine imkan tanınmış olur. Kanitin, her ne kadar bu ayette itaatkar diye çevrilse de Bakara 238. ayette aynı kelime, itaat manasını dışlamamakla birlikte, gönülden bağlanma şeklinde çevrilmiştir pek çok mealde. Zoraki bir ilişkiye katlanan kadın resmedilmiyor yani.


Kendisine gayri fıtri yükler yüklenmediği halde, gelecek/geçim endişesine mahal verecek koşullarda da yaşamadığı halde ve Allah korkusuna sahip, sadık bir eşe sahip olduğu halde, hala kendisi sadakatsizliğe yeltenen diğer eş için ne yapılabilir? Yapılabilecek farklı şeyler olabilir, ancak bunları özetleme babından Nisa suresi 34. ayet kısa bir reçete sunuyor. İnsanı cezalandırmak için değil onu kazanmak ve Allah'ın rızasına yönelmesini sağlamak (yani kısaca kıvamına erdirmek) için, Allah korkusu ve bu korkunun teşvik ettiği şefkat ile şu önlemler alınabilir: nasihat, yatağını ayırma ve son olarak pek çok mealde "dövmek" olarak çevrilen muamele.

Bu son noktaya son açıklamayı getirmeden evvel, ön hazırlık olarak bir kaç soru sormak gerek. Yukarıdaki paragrafta dile getirilen şartları sağlayan bir eş olduğunuz halde, eşiniz başkaları ile haddi aşan ilişkilere giriyorsa, neler hissedersiniz? İşte o hisler terbiye edilmediği zaman, "kızını dövmeyen dizini döver", "kadının karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etme" şeklinde atasözlerine dönüşür. Kadın ve kıskançlık cinayetleri ayyuka çıkar. Böyle bir uygulamanın İslam'la alakası olmadığı, buraya kadar bahsedilenlerden anlaşılmıştır diye umuyorum.

Herşeye rağmen sadakatsizliğe yeltenen eşe karşı yapılacak muameleyi, çoğunluğa rağmen bir-iki meal "evinden çıkarma" şeklinde çevirmiş. Hadiste ise, misvakla hafifçe dokundurma örneği ile açıklanmış. Yani, pek çok mealde dövmek olarak çevrilen kelime, zaman içerisinde anlam kaymasına maruz kalmıştır. Öte yandan, muhataplık kıvamı açısından meseleye bakarsak, bir zebaninin "döv" emrinden anladığı ile bir meleğin aynı emirden anladığı çok farklıdır. Aynı şekilde Nisa 34'e layıkıyla muhatap olan kişinin, o ayetin genel bağlamı (insan kazanma) doğrultusunda uygulayacağı muamele ile liyakatsiz muhatap olan kişinin uygulaması arasında fark olacaktır. Dolayısıyla öncelikle düzeltilmesi gereken bizim muhataplık kıvamımız ve bundan doğan anlayışımızdır. Allah en doğrusunu bilir.







No comments:

Post a Comment