Aidiyet hissi, bir insanın en temel ihtiyaçlarındandır. Hayatımızın başında annemize, daha sonra anne-babamıza, daha sonra kardeşlerimize ve yakın çevremize, derken okulumuza öğretmenimize ve en nihayetinde de bir sevgiliye aidiyet hissedderiz. Çünkü sevmek demek, o kişiyi kendinden bir parça bilmek demektir. Özellikle hayatımızın ilk yıllarında, sevdiklerimizden ayrılmak çok zor gelse de daha ileri yaşlarda, onlardan ayrılmak, o kadar da zor olmaz. Onları hala seviyoruzdur, ama eskisi gibi değil. Artık kendi ayaklarımız üstünde durabiliyor olmamız, aidiyet duygusunun da etkisini azaltır. İşte tam da bu nokta, bizim için dalma noktası. Yani, varlığımızın devamına zemin teşkil eden aidiyet duygusunun getirdiği riskler.
Yazının devamını okumadan evvel, ilgilenenler topluma uygunluk (social conformity) konusunda biraz araştırma yapabilirler. Ben burada hemen bir kaç link vereyim:
- Asch uygunluk deneyi
- Asansör uygunluk deneyi
- Otoriteye itaat deneyi
- Anında tatmin beklentisi deneyi
Tarih boyunca bilinen bir gerçektir ki topluluklar içinde gelişen değer yargıları, zamanla değişen şartları takip etmekte zorlanır ve bireylerin hissi ya da fiziksel pek çok işkencelere maruz kalmalarına neden olur. Yine de, bu değer yargıları nesilden nesile aktarılır. Konuşmaya gelince, insanlar bu haksız toplum standartlarından şikayetçi bile olsalar, uygulamada onları bizzat kendileri devam ettirirler. Ve bu fasit daire, devam edip gider. O devam ettikçe de sevdiğine kavuşamayanlar yandıkça yanar, haksızlık karşısında dik duranlar ezilir, yenilik getirmek isteyenlar statükonun çarkları arasında ezilir...
Bu neden böyledir? Meselenin beyin fizyolojisinden sosyo-kültürel yanlarına kadar farklı tartışmalar yapılabilir. Konuyu dağıtmamak için girmiyorum. Fakat neticede durum ortadadır. Aidiyet hissiyle bağlandığımız aile, toplum, otorite, vs. bizi bir takım davranış ve düşünce tiplerine hapseder. Aslında bunu yapan, onlar değildir de, onlara uyum sağlamak isteyen beynimizdeki otomatik bir takım fonksiyonlardır. Biz farkındalık geliştirip gereken yönde irade sarfetmedikçe, o fonksiyonların fabrika ayarları, bizim hayatta kalmamızı garantiye alma yönündedir. Hayatta kalma refleksine indirgendiğimiz zaman ise, icabında yanlışlar karşısında susarız, toplumun kurallarına aykırı davrananları baskı altına alırız, doğruluğunu bilmediğimiz söylentilerin peşine düşeriz, vs.
Bunlardan dolayıdır ki aidiyet hissi, bizim için şahane bir otopilot olsa da sürekli kontrol altında tutulması gereken bir nimettir. Kontrol altına alınmadığında, bizi çok yanlış limanlara demirletebilir, kısa vadedeki cüzi bir kazanç için uzun vadedeki büyük kazançlardan mahrum bırakabilir.
Peygamberlere bu açıdan bakıldığında, onların tam bir toplum-zede olduğunu söylemek yanlış olmaz heralde. İngilizce'de, İncil'den alıntı olarak "prophet in his hometown - kendi memleketindeki peygamber" diye bir tabir vardır. Haklı bir çıkış yapan ve ama toplumundaki/kurumundaki/vs. statükoyu tehdit ettiği için herkes tarafından dışlanan kişiler için kullanılır. Bundan dolayı bir peygamber, öncelikle Allah'a karşı aidiyet hissine ihtiyaç duyar ki hem kendi fizyolojisi/psikolojisi (ya da siz buna nefsi deyin) hem de içinde bulunduğu toplumun baskılarına karşı dik durabilsin. Böyle bir çıkış yaptıklarında da, görüntü itibariyle ait oldukları gruptan bağımsızlıklarını ilan etmiş ve böylece o aidiyetten gelen esaretlerden de kurtulmuş olurlar.
Bundan dolayı da hadiste (Tirmizi, İman 13), "İslam garip başladı ve tekrar garipleşecektir. Müjdeler olsun gariplere." buyrulur. Yani, toplumun normlarına veya toplum içerisindeki daha dar çerçevedeki grupların yargılarına teslim olmayan, aidiyet hissiyle gelen esaretlere baş kaldıran ve bundan dolayı da sürekli bir gurbet yaşayanlara müjdeler olsun. Çünkü onlar, işte onlar, insanların kendilerine yeniden gelmeleri için ümit ışığı olanlardır.
"Ey iman edenler! Sizden kim dininden dönerse bilsin ki, Allah yakında öyle bir toplum getirir ki, O onları sever, onlar da O'nu severler. O toplum mü'minlere karşı alçak gönüllü, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenlere karşı, onurlu ve şiddetlidirler. Allah yolunda cihad ederler, hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. Bu Allah'ın bir lütfudur, onu dilediğine verir. Allah lütfunda sınırsız olup, herşeyi bilendir." (Maide 54)
No comments:
Post a Comment