Kuran'da, Kuran'ın kendisine referans veren ayetlerde kullanılan kelimeler çeşitlidir: kuran (Taha, 2), kitap (Bakara, 2), zikir (Hicr, 9). Bunlar arasında da en çok geçen kuran kelimesidir. Mana olarak kuran, okuma (recitation) demektir. Bu manayı baz alarak, başlıktaki sorumuzu tekrar soralım: Kuran ne zaman okumadır?
Tabii, soruyu bu şekilde sorunca, cevap da beliriyor: okunduğu zaman. Bu ne demek biliyor musunuz? Tekrar okuyun: "Kuran, okunduğu zaman kurandır." Tersinden bakarsak, "okunmadığı zaman Kuran, kuran değil." Aslında bu açıdan bakınca, geçtiğimiz bir kaç yüzyıl sürecinde müslümanların evlerinde duvara asılı veya kütüphane raflarında istiflenmiş duran şeyin "kuran" olmadığı iddia edilebilir. Bu meyanda hadislerde, öyle bir zaman geleceği ve kimi insanların Kuran'ı okumalarına rağmen bu okumalarının boğazlarından aşağı geçmeyeceği (Tirmizi, Fiten 2188), hesap gününde Kuran'ın insanların lehine veya aleyhine şahitlik edeceği (Müslim, Misafirler 302, Buhari, Tefsir 4476) belirtilir. Aynı manaları daha da kuvvetlendiren bir ayet ise:
"Ve elçi dedi ki: 'Rabbim gerçekten benim kavmim, bu Kur'an'ı terkedilmiş (bir kitap) olarak bıraktılar.' " (Furkan, 30)
Şimdi, belki alakasız gelebilir ama, daha önce başka bir yazıda da (Ahirzamanı Anlamak) dile getirdiğim bir noktayı hatırlatmak istiyorum. Mümin demek, hayatının bir noktasındaki kilometre taşı gibi şehadet getirip ondan sonra işine bakan demek değildir. Mümin demek, iman etme işini bir iş gibi hayat boyu yapan kişi demektir. Nasıl ki bir insanın öğretmen olması için öğretme işini bir meslek olarak sürekli yapması gerekir, bir insanın sporcu olması için hayat boyu profesyonel olarak spor yapması gerekir, asıl mümin olmak da, hayat boyu sürekli, yeniden iman eden kişiye denir. Yani, iman denen şeyin, zihninizin tozlu raflarında durup yıllanması değildir, müminlik. Zaten böyle yaparsanız, imanınız taklîdî olur ve sürekli fikirsel, duygusal veya amelî olarak imanınıza zıt halleriniz olur. Böyle olunca da dışarıdan bakan birisi, sizinle imanı olmayan birisi arasında bir ayrım yapamaz.
Müminin mümin olması ve Kuran'ın kuran olmasıyla ilgili bu iki girişi yaptıktan sonra şimdi bu manaları reaksiyona sokalım, bakalım ne çıkıyor: Mümin, Kuran'ı kuran yapandır; veya Kuran, mümini mümin yapandır. Yani, birbirine bağlı, biri olmadan diğeri olmayan bir yapı söz konusu. İlginçtir, DNA'nın çift sarmalına benzeyen bu resmi tarif eden bir ayet vardır:
"Şu kesin ki biz sana Seb-i mesânî ile şu yüce Kur’ân’ı verdik." (Hicr, 87)
Burada geçen mesânî kelimesi, tefsirlerde çok farklı yorumlara kapı açmıştır. İlk bakışta, ikili olma, tekrar edilme manaları vardır. Öte yandan geometrik olarak karşılıklı bir simetri yapısını da içerir aynı kelime. Seb-i (yedi) mesani ifadesinin en basit yorumunda da, namazlarda sürekli tekrar edilen yedi ayetli fatiha suresine işaret edildiği söylenir. Ama bundan daha derin bir mana, yukarıda anlatılanlar açısından bakılınca görülebilir.
Fatiha suresi, içeriği itibariyle, Allah CC tarafından, müminlerin ağzına konmuştur ve tesbih, tahmid ve dua içermektedir. Allah kelamıdır, ama bizim ağzımıza konmuştur. Ve bizler onu okuyup, aynı ruhu hayatımıza taşıyınca, Kuran'ın ete kemiğe bürünmüş hali olma yolunda ilerliyoruz. Aynen, Hz Ayşe'nin Efendimiz SAV'i tarif ettiği gibi: "Onun ahlakı, Kuran ahlakıydı."
Hani derler ya, bir resim, bin kelimeye denktir. Aynen öyle de Kuran'ı okuyup yaşayan bir mümin, kütüphaneler dolusu kitaba denktir.
No comments:
Post a Comment