Sunday, October 9, 2016

Küçük Mütefekkir (4)


Bir rokete binmiş gibiydim. Aniden gürültü ve sarsıntılarla yükselmeye başladım. Camdan dışarı bakınca beyaz ve düz arazilerin ortasında bir yerden havalandığımı anladım. Mesafe arttıkça, aşağıda kalan yerleri ve şekilleri daha iyi seçmeye başladım. Ama gördüklerime inanamadım. Harf şeklinde binalarla yazılmış cümlelerdi bunlar. Güney Amerika'daki tarlalarda çizili enteresan şekilleri anımsadım, ama bunlar düpedüz benim anladığım dil ve alfabede yazılmıştı.





Yükseldikçe daha fazla kelime ve cümleyi görüyordum. Birden ortalık bembeyaz bir sis tabakasıyla kaplandı. Hiç bir şey görünmüyordu. Endişelenmeye başlayacaktım ki etraf yeniden açıldı ve öncekine benzer, binalarla yazılmış kelime ve cümleler gördüm. Dikkat edince anladım ki bu cümleler aslında bir hayat hikayesini anlatıyordu. Dehşete kapıldım ve tam o anda etraf yine bembeyaz kesti. Sonra aynı şekilde cümlelerden oluşan manzaralar...

Sanki bir kitabın sayfaları arasında yükseliyordum, yedi kat göklere çıkar gibi. Bu kitap ne zaman bitecek diye kendi kendime sorarken bu sefer ortalık karardı. Uzun bir geceye girmiş gibiydim.

Derken gece aydınlandı ve bordo üstüne altın yazmayla basılmış kendi ismimi gördüm. Bu kitap benim kitabımdı. Yani benim hayatımın hikayesi... Ve ben onu okumadan içinden geçip gitmiştim...




Kitaptan çıktığımda, sanki uzaydaymışım gibi bir hafiflik ve boşlukla doldu içim. Pencereden dışarı baktığımda, benim gibi bu uzayda uçuşan başkalarını gördüm. Onlar nasıl gelmişti buraya? Onlar benim hayalim miydi yoksa fütüroskopla gördüğüm geleceğin gerçek bir parçası mı? Onlarla konuşabilir miyim acaba diye düşünürken birisi bana seslendi: "Hadi çık artık!"

Korksam mı şaşırsam mı bilemedim. Acaba sahaf amca mı beni geri çağırıyordu yoksa bu uzaydan bana gelen gerçek bir ses miydi bu? Bu sorularla kalakalmışken füzemin kapısı açıldı ve onu gördüm. "Gel hadi!" diyerek hafif bir gülümsemeyle beni dışarı çağırdı. Uzayda hava mı vardı ki? Ama demek ki burası başka bir yerdi.

Bir saniye. Az önce konuşan kişi, hiç ağzını oynatmadan benimle konuşmuştu! Hızla kafamı ona çevirdim ve ağzımı açmadan nasıl çığlık atabildiğime ilk defa şahit oldum.

"Ne yapıyorsun? Sus, sus." Ellerini yanaklarıma koydu ve "Gel seninle gezmeye gidelim" dedi. Artık arkadaştık...

Teker teker çevredeki füzeleri ziyaret ettik. İstisnasız herkes uyuyordu. "Burada olduklarını bilmiyorlar bile" dedi arkadaşım.

"Neden ki?"

"Çünkü beyinlerini kafataslarına hapsedenler, bilgiyi de kitaplara hapsederler. Halbuki evren kitabı, ancak bütün bedenle okunur."



Bunu anlayamamıştım. Beyin zaten kafatasında yaratılmıştı ve onu oraya koyan biz olmadığımız gibi kafatasını hapishane gibi tasarlayan da biz değildik. Ayrıca bilgi, kitaplar aracılığıyla saklanır, aktarılır. Kitapların hapishaneye dönüşmesi ne demekti? Ve evren kitabı kavramını daha önceden duymuştum ama bütün bedenle okuma kavramıyla ilk defa karşılaşıyordum. Hem eğer bu diğer insanlar beyinlerini hapsettilerse, onları uyandıralım ve kurtulsunlar; niye sessiz oluyoruz ki? Ve ayrıca ben sanki diğer insanlardan çok mu farklıyım? Niye böyle uyanığım?




"Yeter yeter, yavaş ol" diye beni durdurdu arkadaşım. Galiba farkında olmadan bütün soruları bağıra bağıra dile getiriyordum; ve tabi ki ağzımı açmıyor olmama rağmen.

"Buraya nasıl geldiğini hatırlıyor musun?"
"Evet. Fütüroskopla."
"Ben kimim, biliyor musun?"
"...?"
"Sahaf sana ne demişti?"

Düşündüm. Hiç ağzını açmadan benimle konuşabilecek, benim de kendisiyle aynı şekilde konuşabileceğim tek kişi vardı. Kendim! Zaten sahaf da bana, gördüklerimin ben olduğunu söylemişti. Yani gelecekteki kendimle mi görüşüyordum? Yani, şu anda oluşturduğum sorulara, gelecekte cevaplar veriyordum...

Peki içinden çıktığım kitap neydi? Benim yazdığım kitap mı? Ama niye benim hayat hikayem vardı onda?

"Her insan, yaptıkları ile bir kitap yazıyor. Herkes bir yazar; ve bu eserleri, öldükten sonra ellerine verilecek."
"Yani yazmak, ille de elle yapılmıyor?"
"Evet. Aynen düşünmenin sadece kafatasının içinde gerçekleşmediği gibi... Ve okumanın da sadece gözlerini harflerin üzerinde gezdirerek yapılmadığı gibi..."







No comments:

Post a Comment