Thursday, October 13, 2016

Küçük Mütefekkir (5)


Beynimi, kafatasındaki müebbet hapisten kurtarmak için ne yapabilirim diye düşündüm. Gelecekteki benin bugünkü bana açtığı bu sırrı başkasına açıp yardım istese miydim? Yoksa rüyamın yorumu hususundaki gibi hayal kırıklığı mı yaşardım? Bunu öğrenmenin bir yolu vardı: denemek.




Bir şiir yazdım ve edebiyat dersinde okudum herkese. Eğer ilgilenen olursa, onunla beraber açılabilirdik bu maceraya:


Kemikten bir kürenin içinde,
Karanlık ve yalnızlık içimde.
Doğur artık beni ey insan,
Kafanın içinde daraldım, inan.
Her beyin kabzında bir beyin,
Hür beyin, edebidir gerçek beyin.


Şiirimi okurken, sınıfta gülüşmeler oldu. "Yağdı yağmur, çaktı şimşek, sen de mi..." mısralarını söyleyen haddini bilmezler oldu. Ama son iki mısrada herkes sustu. Şiirim bittiğinde kısa bir alkış faslı geçti ama benim gözlerim, sırrımı anladığı gözlerinden ışıldayan birilerini arıyordu. Bir kaç kişi manidar manidar beni süzdü. "Acaba" dedim, kendi kendime...

Teneffüste yanıma gelen olmadı; en azından şiirle alakalı olarak. Daha önceki pozitif "acaba"ma negatif bir "acaba" ekledim. Belki de mesaj yüklü şişemi yanlış okyanusa atmıştım. Öyle ya da böyle, bu serüvene mutlaka çıkmam gerekiyordu, çünkü şiirim, herkesten önce benim beynimin inlemelerini yansıtıyordu.

Okuldan sonra yine sahaf amcanın yanına gittim. Şiirimi gösterdim. Gülümsedi. "Fütüroskop sana ne gösterdi?" diye sordu. Onun zaten bildiğini zannediyordum, ama görülenler sadece sana has kalıyormuş. Anlattım ona; kitap içinden füzeyle çıkışımı, garip bir uzayda gelecekteki kendimle karşılaşmamı ve en sonda bana fısıldanan sırrı:
"Çünkü beyinlerini kafataslarına hapsedenler, bilgiyi de kitaplara hapsederler. Halbuki evren kitabı, ancak bütün bedenle okunur."



Bana eski devirlerdeki bilgi kıtlığı zamanında insanlara her şeyin öğretildiğini ve böylece hem bilgiye hem insana hem de evrene bütüncül bakıldığını, ama geçen bir kaç yüzyılda çığ gibi artan bilgiyle bu bütüncüllüğün yerine analitik, parçalayıcı perspektiflerin egemen olduğunu anlattı. Manastıra veya inzivahaneye çekilen dindarlar ile dini, elinin tersiyle iten bilim adamlarının da bu noktada birbirinin aynısı olduğunu belirtti. Benim söylediğim şiir de, ona o eski devir filozoflarını anımsatmış. Zaten eskilerin "kamil insan" tanımında, insanın bütün melekelerinin gelişmesi esasmış, bir bütün olarak insan ile evren, birbirinin ayna görüntüsüymüş. Bütün bunlar, benim daha önceki sorularımdan birine ışık tuttu:

"Bilgiyi kitaplara hapsedenler, beyinlerini kafataslarına hapsedenler, evreni sadece gördüklerine ve kontrol edebildiklerine indirgeyenler, vs. vs. hepsi aynı mantalitenin çocuğu. Beyinlerini doğuramadıkları için kafalarının içinde çürüyor ve onları zehirliyor."

Benim bu ergen isyankarlığı ile sarfettiğim kelimeler, sarraf amcayı, beni frenlemeye zorlamış olmalı ki hemen söze daldı:

"Yavaş ol, yavaş ol. Doğru bir çıkış noktası, doğru bir yol demek değildir. Evet, hepsi aynı mantalitenin çocuğu ama bunun neticesini zehirleme olarak değil de esaret olarak ifade etsen daha iyi olur. Neticede onların bu yaklaşımının meyveleri de hakikatin belirli yönlerini temsil ediyor."

"İyi ama, kendi yaklaşımlarını tek olası yaklaşım olarak yeni yetişen nesillere empoze ediyorlar?"

"Sen de o zaman, Allah'ın tefekkür davetine icabet edeceksin ve sınırsız ve sayısız yolculuklara çıkacaksın."

"İnsanların bu yolculukları dinlemeye tahammülü yok ki..."

"Tefekkür, senin başına Allah'ın taktığı bir tâçtır. Sen çıkartmadıkça kimse onu senden alamaz."













No comments:

Post a Comment