Sunday, March 5, 2017

Ateizm Üzerine Düşünceler - 4


İnanç karşıtı söylemlerde öne çıkan noktalardan biri de inancı destekler mahiyetteki bilimsel doneleri çürütmektir. Bu bağlamda termodinamiğin ikinci kanunu çokça kullanılmaktadır.


Konuya girmeden önce, hayati olduğunu düşündüğüm ve satır aralarında ara ara hissettirdiğim bir hususu belirtmek istiyorum. Bu yazı serisinde muhatap olarak ateist olan insanları değil, onlarla veya onların söylemleriyle muhatap olan inanç sahibi insanları alıyorum. Dolayısıyla, birilerini bir şeylere ikna etmeye çalışmak, inançla ilgili ispatlar sunmak gibi bir gayem yok. Benim yapmaya çalıştığım şey, müminler olarak, birbirimize hayırhah olmak (ki mümin derken genel olarak Allah'a inanan herkesi kastediyorum).

Konuya girerken, termodinamiğin ikinci kanunu nedir sorusuna bir bakalım. Termodinamik, özellikle endüstri devriminin kuluçka devri olarak nitelenebilecek bir zaman diliminde temelleri atılan bir bilim dalıdır. Aynı zaman dilimi, felsefe alanında da materyalizmin ve buna dayalı ateizmin şiddetlendiği, özellikle Hristiyanlık kökenli dini bilgilere saldırının tavan yaptığı bir dönemdir. Bu olanların tek değil ama bir nedeni, Hristiyan din adamlarının, eski devirlerdeki felsefeyi ve bilimsel bilgileri dinin temeli gibi kabullenmeleri ve yüzyıllar boyu bunu herkese dayatmaları olmuştur. Bundan dolayı, dünyanın güneşin etrafında döndüğünü iddia eden Galileo, "dine aykırı söylemlerinden dolayı" engizisyon mahkemelerine düşmüştür. Bu şekilde bilimsel çalışmalar, dînî otoriteleri karşısında bulduğu için, dogmatik din yorumları ile modern bilimin bağdaşmayacağı duygu ve düşüncesi gelişmiştir. En nihayetinde de, "insanlar açıklayamadıkları şeyler için tanrı olgusuna sığınmıştır; bilim ilerledikçe tanrıya gerek kalmayacaktır" şeklinde bir formül ortaya konmuştur.


Termodinamik çalışmaları da, diğer pek çok bilim dalı gibi tam bu sıralarda  palazlanmıştır. Enerjinin korunumuna dair birinci kanunun ardından, tabii işlemlerin çift yönlü değil de hep tek yönlü gerçekleşmesi gözlemi, ikinci kanuna zemin hazırlamıştır. Yani, birinci kanun açısından, soğuk bir cismin daha da soğuyarak ısısını sıcak bir cisme aktarması, ve böylece sıcak olanın daha da ısınması mümkündür; yeter ki verilen ve alınan enerji miktarları eşit olsun. Fakat pratikte böyle bir şey olmadığını biliyoruz. Neden? Bu soruya tatminkar bir cevap arayışları halen devam etmekle beraber, doğal etkileşimlerin tercih ettikleri bir yön olması, enteresan bir gözlem olarak bilim kariyerine başlamıştır.

Daha sonraları, aktarılan ısının sıcaklığa oranının, manalı olduğu keşfedilmiş, ve bu orana, entropi ismi verilmiştir. Yani, sıcak cisim soğurken ve soğuk cisim böylece ısınırken, sıcak cismin sadece enerjisi değil entropisi de azalmakta, soğuk cismin de sadece enerjisi değil entropisi de artmakta. Ne var ki, alınan verilen ısı toplamı sıfır olurken (enerji korunumu) alınan verilen entropi toplamı net pozitif bir sayı vermektedir. Yani entropi giderek artmaktadır. Entropi, her ne kadar ne olduğu tam bilinmese de en azından sayısal olarak böylece çalışılmaya başlanmıştır. Entropinin artışı da, enerjinin dağılımındaki yayılma olarak resmedilmiştir. Daha sonra Boltzmann'ın çalışmalarıyla, bugünkü "düzensizlik" tabirine zemin teşkil edecek daha net bulgular ortaya konmuştur.


Pekiyi, ısınma-soğuma ile inancın ne alakası var? İnanç sahibi insanlar, bu noktada şunları dile getirir: eğer kendi kendine bırakılınca enerji sadece giderek daha düzensiz hale geliyorsa, diğer bir deyişle düzensizlikten düzenliliğe kendi kendine gidiş söz konusu değilse:
  1. Öncelikle evrenin mutlaka bir başlangıcı olması lazım, yoksa çoktan bütün evren, sıcak-soğuk ayrımı olmayan bir çorbaya dönüşmüş olurdu. Dolayısıyla evreni başlatan bir tanrı olması lazım. Ki büyük patlama teorisi de bunu açıkça ortaya koymuştur.
  2. Durduk yere soğuk cismin kendi kendine daha da soğuması ve sıcak cisimde daha fazla ısı birikmesi söz konusu olmadığına göre, ve klimalarda olduğu gibi ancak bir dış müdahale ile böyle bir olay gerçekleşebildiğine göre, bir molekül çorbası olan dünya gezegeninde, kendi kendine düzenli yapıların oluşması ve bunların giderek daha kompleks, estetik ve fonksiyonel canlıları oluşturmaları mümkün değildir. Demek ki bunu yapan bir tanrı vardır.
Bunlara karşı ateistlerin cevapları ise şu şekilde özetlenebilir:
  1. Açıklayamadığınız her şeyi tanrıya atfetmeniz, size bir fayda sağlamaz. Oturun çalışın. Nasıl olduğunu bir gün keşfedersiniz. Dinin sizi avutmasına ve böylece din adamlarının da sizi uyutmasına, süistimal etmesine izin vermeyin. Nitekim, şu anda, büyük patlamanın da öncesi olabileceği, evrende yalnız olmayabileceğimiz, hatta paralel evrenler gibi araştırmalar var.
  2. Dünya, dış evrenle sürekli madde ve enerji alış verişi yapan bir açık sistemdir. Böyle bir durum için de, termodinamik, geçici süreliğine olmak kaydı ile, düzensizlikten düzenliliğe gidişe aykırı bir şey söylememektedir. Yani bilimsel olarak, canlıların ve insanların oluşması, bilime aykırı değildir. Aksine, insan ve diğer canlıların bugün varlığı, düzensizlikten düzen çıkmasının örneğidir.

Her şeyden önce şunun bilinmesi lazım ki iman, bir imtihandır, yani %100 ispatlanamaz. Hangi bilimsel bulgudan yola çıkarsanız çıkın, iman hususunda size matematiksel bir ispat sağlamaz. Bundan dolayı zaten Kuran'da sürekli, "gayba iman edenler" şeklinde vurgu yapılır. Bununla beraber, aynı bulgular, akla kapı açabilir. Kuran'da bu konuda çok güzel bir örnek verilmiştir:
"Allah gerçeği açıklamak için bir sivrisineği, hatta onun ötesinde olan bir şeyi misal getirmekten çekinmez. İman edenler onun Rab'lerinden gelen gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler ise “Allah böyle misal vermekle ne kasdediyor? ” derler. Allah bu misal ile birçoklarını şaşırtır, yine onunla birçoklarını yola getirir; ancak bununla fâsıklardan başkasını şaşırtmaz." (Bakara, 26)
Görüldüğü gibi, aynı bilimsel done, kimileri için hidayet, kimileri için sapıtma vesilesi olabilmektedir. Burada mesele, kişinin kalbinde bitmektedir. İman etmek isteyen, bunun için destek bulabilir, iman etmemek isteyen de onun için kendine destek bulabilir. Pekiyi, eğer tabiat ve evren nötr ise, doğru yolda olduğumuzu nereden bileceğiz? Yok mu bir pusula?
"Yine o inkâr edenler diyorlar ki: “Peygambere Rabbi tarafından bir mûcize verilmeli değil miydi?” De ki: “Allah dilediğini bu tür iddiaları sebebiyle saptırır. Kendisine yöneleni de hidâyete erdirir. İşte onlar iman edip gönülleri Allah'ı zikretmekle, O'nu anmakla huzur bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller ancak Allah'ı anmakla huzur bulur. ” " (Rad, 27-28)

Yani, eğer insanlar, gözleri önünde açılmış olan yaratılış ayetlerini sıradan sayıp, onlara "Allah'la ilgisi olmayan hadiseler" muamelesi yaparlarsa, elbette ki iman etmeleri için bir mucize önşartı koşacaklardır; ve böyle bir şey olmayınca da inkar yolunda yürümek için bahane bulacaklardır. Halbuki, kendilerine mucize geldiğinde de zaten, sihir, büyü, halüsinasyon vs diyerek sapmaktadırlar.

Öte yandan, iman edenler ise, aynı yaratılış ayetlerine bakarlar, onları okurlar, böylece hem akılları hem de kalpleri tatmin olur. İşte o huzur, o tatmin duygusu, insanın pusulasıdır. Dahası, bir insanın ne kadar yanlış yolda olduğunun ölçüsü, onun ne kadar şiddete ve kabalığa başvurduğudur. Çünkü böylece o, aklındaki ve kalbindeki boşlukların, huzursuzlukların çığlıklarını susturmaktadır.

Pekiyi, bu noktada düşünürsek, medeni ve olgun tavırlarıyla arzı endam eden ateistler, huzur içinde ve doğru yolda mı? Elbette ki kimse için cennet-cehennem bileti kesme konumunda değiliz ve kimsenin kalbini okuma yeteneğimiz de yok. Ama, eğer kendi konumlarını sürekli irdeliyorlarsa, bu doğru yönde bir adımdır ve Allah'ın kime ne zaman, nasıl hidayet edeceğini, hesap gününde kime nasıl muamele edeceğini bilemeyiz. Sadece iman noktasından bakılırsa, şu anki konumlarının kulluğa yakışır olmadığını söyleyebiliriz, ama gidişatları, gelecekte onları güzelliklere ulaştırabilir.


Aynı bağlamda, cahilce ve kabaca tavırlarıyla, şiddet gösterileriyle öne çıkan, fikirlerin konuşulması ve tartışılmasına hiç bir tolerans gösteremeyen müslümanların gidişatlarının ne yönde olduğu da sanırım aşikardır.

Dolayısıyla termodinamiğin ikinci kanunundan ne öğreniyoruz? Mümince yaşayış, entropi artışına katkıda bulunmamayı, mümkünse azaltmayı gerektirir, aksi yöndeki yaşayışın göstergesi ise, entropinin artması için sabah-akşam çalışmaktır. Daha Kurânî ifadesiyle, yeryüzünde  fitne-fesat çıkarmamak mümince, aksi ise kafircedir.
"Onlara: 'Yeryüzünde fesat çıkarmayın' denildiğinde: 'Biz sadece ıslah edicileriz' derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler." (Bakara, 11-12)








No comments:

Post a Comment