Ateizm fikrinin en çok dayanak aldığı bilimsel kavramlardan biri de evrim teorisidir. Bu yazıyı yazarken, evrim teorisinin ne olduğu hususunda ön bilgiye sahip olduğunuzu ve bu teori ekseninde din ile bilimin çatışıp çatışmadığı konulu tartışmaların da az buçuk farkında olduğunuzu kabul ediyorum. Bu bağlamda, eğer aşağıdaki resme bakıp en azından manalı manalı gülümsemiyorsanız, bu sıraladığım ön şartları sağlamıyorsunuz demektir ;)
Yine konuya girmeden önce, eğer hala okumadıysanız, gerek inanan gerek inanmayan insanların evrim teorisine yaklaşımlarını irdeleyen yazılarıma da bakmak isteyebilirsiniz:
Özetle, ateistlerle inananlar arasında yaşanan kutuplaşmanın nedeni, şöyle bir genellemedir: eğer insanlar evrim ortaya çıktıysa tanrı yoktur; tanrı varsa evrim yoktur. Bu çatışma, insanların kendi kutsal kitaplarını yorumlama tarzlarına kadar bile yansımıştır. Mesela Hristiyanlar arasında "literal interpretation of the Bible" yani "Mukaddes kitapların sözlük anlamıyla yorumu" diye bir akım vardır. Buna göre, Mukaddes Kitaplar'da geçen her cümle, hiç yoruma gerek kalmadan aynıyla doğrudur, mecaz vs. içermez. Bu prensiple yola çıkınca da, Eski Ahit'in Genesis kısmında, yani ilk yaratılış ve ilk peygamberleri konu alan kısmında, geçen olay ve tasvirlere göre dünyamızın ve bütün evrenin tahminen 6000 yıl kadar önce yaratılmış olması gerekiyor. Şu anki bilimsel bulguların işaret ettiği 13 buçuk milyar yıllık evren tarihi, dünya üzerindeki karbon tarihlemesiyle ortaya çıkan gerçekler vs. hakkında ise deniyor ki Tanrı evreni yaratırken, böyle tespitlere imkan sağlayacak şekilde, yani öyle görünmesini takdir ederek yarattı. Yine aynı yoldan devam ederek de, insanın var olmasının, evrimle değil, Tanrı'nın direk yaratmasıyla olduğu söylenir.
Bu şekildeki yorumları kabul eden Hristiyan yüzdesini bilmiyorum ama çoğunluk olmasalar da azınlık da değiller. Hatta pozitif bilimler üzerine üniversite okumuş, master yapmış kişiler arasından bile çıkabiliyor bu düşünceye sahip olanlar. Aynıyla olmasa da İslamiyet'in de böyle robotik okunması üzerine kurulu akımlar vardır, ki kökten dinci olarak tabir edilenler bunlardan bazılarıdır, ve ne gariptir ki bu insanların bazıları da yine okumuş kesimlerden çıkabilmektedir. Demek ki insan, her yerde insan...
İslâmî açıdan böyle bir tavır, oldukça sakıncalıdır, çünkü:
- Eski mukaddes kitapların orijinalleri deil tercümelerinin tercümeleri ancak elimizde vardır. Böyle olunca da kelime kelime aynıyla kabullenmek, insanı yanlış yöne götürür.
- Yine eski mukaddes kitaplara insan sözlerinin karıştığı, bizzat Hristiyanlar tarafından da bilinen bir gerçektir. Her ne kadar bunu kabullenmeyenler olsa da ilahiyat okuyanlar bunu bilirler veya bazı mukaddes kitaplarda hangi kısımların hangi tarihte tahminen kim(ler) tarafından eklendiği belirtilir. Yani kısaca, az buçuk okuyan ve soğuk kanlı davranabilen her Hristiyanın takdir edeceği bir gerçektir, vahye insan sözü karışmış olması. Böyle olunca da, ilahî sözün zamanlar üstü özelliği yerine insanların kendi zamanlarına esir sözleri kutsallaştırılmış oluyor.
- Kuran-ı Kerim'de, ayetlerin müteşabih olabildiği ve yoruma ihtiyaç duyulabileceği belirtilmekte ve bununla birlikte, insanların yorum yaparken heveslerini uyup sapıtabilecekleri belirtilmiştir (Ali İmran 7). Dolayısıyla akıl, mantık ve vicdanın rehberliği gerekmektedir, Kuran'ın doğru anlaşılması ve doğru yorumlanması için. Doğru ile yanlışı ayıran furkan (Ali İmran 3) olan Kuran için bile durum böyleyse, eski mukaddes kitaplar için durumun daha farklı olması için bir neden yoktur.
Bununla beraber, yaptığım bu yorumları, evrim teorisini o veya bu şekilde destekleyenlere tam destek olarak kabullenmek de yanlış olur. Benzer çarpıtmaları onlar da yapmaktadır çünkü. Bilim, bir şeyin oluşmasına dair süreçleri ve miktarları açıklar ama, tanrıyla ilgili bir şey söylemez. O noktadaki subjektif yorumu, biz yaparız. O yüzden bilimsel bilgi ile o bilgi üzerine kurulu felsefik söylem arasında ayrım gözetmek gerekmektedir.
Tartışmanın hangi tarafında olursa olsun, insanın böyle haddini aşmasını netice veren faktörler arasında insanın aceleciliği ve diğer psikolojik faktörler yatmaktadır. Bu psikolojik faktörler arasında, insanın sonsuzluk arayışı, mana arayışı gibi derin güdüler de vardır. Bu arayışların fıtrata konulmasındaki bir hikmet, görünenin ötesine geçip görünmeyen Rabbimizi bulmamızdır. Bir şekilde bu imana dayalı adımı atmayan insanlar, aslında farkında olmadan başka şeylere iman etmektedirler; yani başka şeylere sonsuzluk atfetmektedirler. Nasıl mı?
Batı'daki bilimin geliştiği 1600'lerden itibaren bir tartışma konusu, bilimsel kanunların ortaya konmasının ne kadar doğru olduğudur. Mesela, yerçekimini gözlemledikten sonra onu bir matematiksel formüle oturtmak, sonra da bu gözlemlerin ve formüllerin her yer ve her zamanda geçerli olacağını düşünmek, resmen bir ön kabulden (imandan) başka bir şey değildir. Teker teker her mekan ve her zamanda denenmeden böyle bir geçerliliği gerçekten bilimsel manada iddia edemezsiniz. AMA! Ama böyle bir şeye iman edebilirsiniz. Bu konuda verilen en komik örnek de şudur. Bir tavuk, çiftlikteki sahibi ile çok iyi geçinmektedir. Sürekli o tavuğa yemini, suyunu vermektedir, tavuk da sahibine yumurta vermektedir. Bu sürekliliğe binaen tavuk noktaları birleştirir ve bir kanun ortaya koyar: ben hep var olmaya devam edeceğim, çünkü bütün data ve gözlemler bunu gösteriyor. Tabi ki bu kanun, bir kaç hafta içinde yanlışlanır.
Aynı şekilde, bilimsel olarak da bütün data ve gözlemlerin kanun diye isimlendirdiğimiz şeylerin geçerliliğini göstermesi, onların sürekli geçerli olacağına dair hiç bir şey ifade etmemektedir. 1 saniye sonra enerjinin korunacağının hiç bir garantisi yoktur. Yerçekiminin bir saniye sonra hala var olacağının hiç bir garantisi yoktur. Öte yandan, etrafımızdaki her şeyin doğup, büyüyüp öldüğünü gördüğümüz halde, kanunların da bir gün ölebileceğini neden düşünmüyoruz ki? Çünkü düşünmek istemiyoruz, çünkü onlara iman ediyoruz. İşte ateist bir zihin, rasyonellik ve bilimsellik taslarken aslında, inanan insanları suçladığı işi bizzat işlemektedir.
Son olarak, farklı yazılarda yeri geldikçe belirttiğim gibi, bizim bir şeyleri bilimsel olarak açıklayıp teknoloji ile de kendi kontrolümüze almamız, o şeyin geçmişte, şimdi veya gelecekte Allah'ın hakimiyeti dışında olduğu anlamına gelmez. Aksine, bilimsel bulgular, Allah'ın yaratışındaki ölçü ve sanatı deşifre etmenin adıdır. Bundan dolayı da, modern bilimin bulgularını, kendi sübjektif ateist düşüncelerine payanda yapan biri bilim adamının kalkıp "her şeyimizi, evrendeki bu ölçüyü ve güzelliği, evrenin en temel yapıtaşı hidrojen atomlarına borçluyuz" gibi bir laf etmesi, bakar körlüğün zirvesidir. Allah bakışlarımızı körleştirmesin.
No comments:
Post a Comment