Kanserin temelinde yatan ana faktör, bir hücrenin işini gücünü bırakıp çoğalmaya odaklanmasıdır. Öyle ki, günün birinde bulunduğu yerden kopup seyahat imkanı bulursa, gittiği yerlerde de aynı şekilde çoğalmaya devam eder. Böyle olunca da, vazifelerine konsantre olmuş hücrelerin beslenememesine, dolaşım sisteminin bloke olmasına ve en nihayetinde de bütün sistemin çökmesine, yani ölüme, yol açılır. Peki bu yıkım hikayesi neden başlar ki?
Zaten bu sorunun cevabı tam olarak bilinse, kansere de çare bulunacak ama... Yine de kısmî cevaplar yok değil. Yapılan ilaçlar ve uygulanan tedavi metodları böyle bilgilerin meyvesi. Gün geçtikçe de yeni yeni bilgilere ulaşılıyor. Basit bir arama ile, kansere yönelik tedaviler hakkında bilgi sahibi olmak mümkün. Ne var ki her hasta, tedaviye cevap vermeyebiliyor! Tedavi sürecinde aldığı zehir gibi ilaçlar ve maruz kaldığı radyasyon da cabası... O yüzden en iyisi, kansere yakalanmayı beklemeden, kanserden uzak durmak. Yani hayat tarzınızı ona göre ayarlamak.
Pekiyi, kanserden uzak tutacak bir hayat tarzı nasıl olurdu? Bu sorunun cevabı, komik bir şekilde, diğer genel sağlık sorularına verilen cevaplardan farksız: doğayla içiçe, bol miktarda organik sebze/meyveyle dolu ve temiz hava ve su içeren, stresten uzak, hareketli bir hayat. İşte böyle bir hayat tarzınız varsa, kanser riskiniz oldukça düşüyor. Fakat bundan başka bilgiler de söz konusu. Mesela, çocuğu olup emziren anneler, aynı yaşta olup emzirmeyen annelere göre daha az göğüs kanseri riski taşıyor. Benzer şekilde, yeni bir çalışmada, anne sütündeki bir maddenin, kanserli hücreleri hedef alarak ölüme sürüklediği gözlemlendi. Yani süt emziren de süt emen de kanserden uzak kalabiliyor!
Anne sütünün pek çok mucizevi özelliğine ek olarak bir de kansere çare olabilmesi ihtimaliyle elektriklenen bilim insanları, bu konudaki aktif maddeyi inceleyip, daha etkin hale getirebilme ve bir ilaca dönüştürmeye çalışıyorlar.
Şimdi, enfüsteki bu yolculuğumuzda öğrendiklerimizi, bir basamak âfâka çıkarak uygulamaya çalışalım. Bir insanın kanser olmasının nasılını ve sonuçlarını biliyoruz. Peki insanlığın veya toplumların kanser olması nasıl olur? Mesela, asıl vazifelerini unutup, sadece çoğalmaya odaklanırsa bir toplum, benzer bir durum ortaya çıkar mı? Düşünelim.
Çoğalmak ya biyolojik olarak olur ya da insanların sosyolojik olarak bir gruba dahil olmasıyla olur. Her iki durumda da çoğalmaya kilitlenme, eğitimsizliği, cehaleti, işsizliği, gelecek kaygısını ve en nihayetinde de en minimal seviyede varlığının devamını garantiye almayı doğurur. Yani, insanı insan yapan vicdan, tefekkür, şefkat, irade gibi fakültelerin terkedilmesini ve bir insan yığını oluşmasını netice verir. Böyle bir durum, iman dünyası açısından ölümcüldür. Meşhur, evlenip çoğalmayla ilgili nakledilen hadiste, Peygamberimizin SAV böyle bir şey kastetmediği aşikardır.
Daha önceki bir paylaşımımda "canlılar alemindeki en büyük güç" olarak tasvir ettiğim üreme, eğer vasıta olmaktan çıkıp gaye haline gelirse, en büyük problemlerden olan kanser olmakta! İnsanlık adına da, insanî fakültelerin rağmına olacak şekilde bir nüfus patlaması, benzer şekilde bir problemdir. Nitekim bugün insan türü, doğa açısından düşünülünce, tam bir kanser örneğidir: içinde bulunduğu bünyenin rağmına çoğalan ve o bünyenin kendinden olan elemanlar.
Benzer şekilde insanlar arasında da kanser benzeri davranış gösterenler vardır. Bunlar, insanı insan yapan özelliklerden yoksun, sadece varlığını devam ettirmeye odaklanan kitlelerdir, ki bunlar kutuplaştırılmaya, provoke edilmeye ve güdülmeye en yatkın olanlardır. Pekiyi, çözüm ne? Hem etrafımızdaki doğa hem de insanlık için kanser olmaktan nasıl kurtulacağız? Bu sorunun cevabını da, yine enfüsteki okumalarımızın projeksiyonuyla bulmaya çalışalım.
Çoğalmaya kilitlenmiş hücrelerin bir tedavisi, yine çoğalma eksenli bir husus: emzirme ve anne sütü! Ama arada farklar var. İlki edebsiz, cinsellikten başka işi yok ve bencil; ikincisi ise edebli, vazife olarak bunu yapıyor ve kendinden başkasını düşünme eksenli. O zaman, insanların kansere bağışıklık geliştirmeleri için "fonksiyonel anne" olmaları, bununla beraber, bünyelerindeki kanserden kurtulabilmeleri için de "fonksiyonel bebek olup anne sütü emmeleri" gerekiyor. Pekiyi fonksiyonel anne ne demek, fonksiyonel bebek nasıl olunur?
Bu noktada, oldukça subjektif olan, ama mesnedsiz de olmayan bir yoruma gireceğim (sanki buraya kadar subjektif değilmişim gibi... ) Üstad Bediüzzaman, "alim-i mürşid, koyun olmalı, kuş olmamalı" dedikten sonra açıklamasında, bu canlıların yavrularını beslemek için ne yaptığını nazara verir. Koyun, yediğini süte çevirir ve yavrusuna besleyiciliğin ötesinde estetik olarak da güzel bir gıda sunar. Kus ise çiğneyip hafif sindirdiği, kusmuk gibi bir maddeyi yavrusuna sunar. İkisi de besleme fonksiyonunu yerine getirir ama ilki, beslemenin çok ötesinde bir fonksiyon icra eder. Öyle ki, o sütü, koyundan başka canlılar da tüketebilir.
Aynı süt metaforunu, Miraç hadisesi öncesinde de görüyoruz. Hz Muhammed SAV, Cebrail AS'ın kendisine bir kapta süt bir kapta şarap getirdiğini ve kendisinin sütü seçtiğini, bunun üzerine meleğin "sen fıtratı seçtin" dediğini bildiriyor. Bunun ardından da İsra ve Miraç hadiseleri gerçekleşiyor (Müslim/İman 74). Şarap, aslında bakterilerin artığı; her ne kadar pek çok zararları olsa da insanlara belirli faydalar sağlıyor. Bediüzzaman'ın verdiği kuş örneğiyle analog, yani. O zaman süt de, fıtrî olduğu için, insanı insan yapan özelliklerle uyumludur. Dahası, insanın bünyesinde oluşan bir analiz (ayrıştırma) sonucu değil, yeni bir sentezdir. Diğer bir ifadesiyle hikmettir.
"Allah, hikmeti dilediğine verir. Kime hikmet verilmişse, şüphesiz ona çokça hayır verilmiş demektir. Bunu ancak akıl sahipleri anlar." (Bakara 269)Bu noktada, aşırı süistimale uğramış ve tepki de çekeceğini düşündüğüm bir yorum yapmak istiyorum. Farklı yerlerde, Bediüzzaman Hazretleri der ki, Risale-i Nur'u okuyanlar, bu zamanın mühim bir alimi olabilir (21. Lema, 5. Mektup, Hizmet Rehberi). Bu söze istinaden, insanlar onlarca yıldır, o mübarek zatın yazdığı eserleri okumaya ve etraflarına anlatmaya odaklanmıştır. Peki bu insanlar alim olmuş mudur? Binlerce belki milyonlarca insan arasından kaç tanesi alim olup ufkumuzu aydınlatmıştır?
Bu soru karşısında, tepkisel cevaplar verilebilir, insanlar saygı duydukları kişilerin alim olmadığını kabullenmekte zorlanabilir. Fakat benim görüşüm o ki, eğer bir insan okuduklarını izah ederken sadece analiz basamağında kalıyorsa ve ama orijinal sentezler sunamıyorsa, o kişi koyun gibi değil de kuş gibidir. Yani? Yani, kansere engel olamaz. Yani, kendisini sadece analiz sonucu oluşan bilgiye hapseden kişi ve topluluklar, davranışsal kanserden kaçamaz. Bu insanlar, gerek doğa gerekse insanlık için kanser tehdidi oluştururlar.
Süt oluşması için ne gerek pekiyi? Cevap gayet kolay ve bir o kadar da zor: tefekkür. Tefekkürün meyvesi hikmettir; hikmet, fıtratla uyumlu yeni bir sentezdir. Fıtratla uyumlu olduğu için de bencil değildir, sadece çoğalmaya odaklı değildir. Bundan dolayı da, tefekkürsüz insanlık, çevre için kanserdir, tefekkürsüz insan da insanlık için kanser. (Bu noktada, entropi konusuna değinen başka bir paylaşımıma göz atmak isteyebilirsiniz.)
Süt metaforunu inceledikten sonra şimdi de fonksiyonel annelik metaforuna bakalım. Bir insan aynı anda en fazla 2 bebeği emzirebilir. Normali de 1 bebektir. Aynı anda on kişi emzirilmez. Demek ki, bir insanın etrafı ile süt mü yoksa başka bir şey mi paylaştığının bir ölçüsü de kaç kişi ile etkileştiğidir. Tefekkür ortamları, bir-iki kişiyi geçmez. Kitle ruh haletinin egemen olduğu ve hikmet paylaşımından uzak kalabalıklar ise, kanser gelişimi için bulunmaz fırsattır.
O zaman, tefekkür etmek ve etrafımızla tefekkürlerimizi paylaşmak için ne gerek? Yani süt içmek ve süt içirmek için n'apacağız? Aynı anda hem fonksiyonel anne hem de fonksiyonel bebek olmak nasıl mümkün? Gayet kolay (desem de inanmayın): çocuklarla etkileşim içinde olun ve içinizdeki çocuğu yaşatın. İçinizdeki çocuğun yaşaması için sanata önem verin. Bunları yaptığınız zaman, içinizdeki merak, hayret ve takdir duygularının kıpraştığını hissedeceksiniz. Çocuklarla iletişimini kesmeyen ve içindeki çocuğu yaşatan insanların tefekkürsüz ve vicdansız olmaları veya insanlık icabı düştükleri böyle hallerde uzun süre kalmaları vâkî değildir.
Aksi yönde davrananlar, birbirlerine hayrı bu şekilde tavsiye etmeyenler, tefekkürsüzlükle Allah'ın ayetlerine kayıtsız kalanlar ise ellerindekini kaybetmeye, birbirlerine düşman olmaya ve ahirette de görüşlerinin kısılmasına maruzdur.
"Böylece şeytan, ona vesvese verdi. Dedi ki: “Ey Âdem! Sana, ebedîlik ağacına ve sona ermeyecek bir saltanata, delâlet edeyim mi (ulaşmanı sağlayayım mı)?” Bunun üzerine ikisi de ondan (o ağaçtan) yediler. O zaman ikisinin de edep yerleri kendilerine açıldı. Cennet yapraklarından üzerlerine örtmeye başladılar. Ve Âdem, Rabbine asi oldu, böylece azdı. Sonra Rabbi, onu seçti. Böylece onun tövbesini kabul etti ve onu hidayete erdirdi. (Allahû Tealâ şöyle) dedi: “İkiniz oradan (aşağı) inin! Hepiniz (şeytan ve siz), birbirinize düşman olarak. Bundan sonra Benden size mutlaka hidayet gelecek. O zaman kim hidayetime tâbî olursa artık o, dalâlette kalmaz ve şâkî olmaz.” Ve kim Benim zikrimden yüz çevirirse, o taktirde mutlaka onun için sıkıntılı bir geçim (hayat) vardır. Ve kıyâmet günü onu, kör olarak haşredeceğiz. (Kıyâmet günü şöyle) dedi: “Rabbim, beni niçin kör olarak haşrettin? Halbuki ben (daha önce) görüyordum.” (Allahû Tealâ): “İşte böyle, âyetlerimiz sana geldi fakat sen onları unuttun. Ve aynı şekilde (senin yaptığın gibi), o gün (de) sen unutulursun.” dedi." (Taha 120-126)
No comments:
Post a Comment